Daha Fazla Bilgi Almak İçin...

Faydali Bilgiler İçindekiler
MR, ŞİZOFRENİ'Yİ TESPİT EDİYOR
Uzmanlar, manyetik rezonans (MR) görüntüleme tekniğinin, beyinde şizofreni emaresi sayılabilecek değişiklikleri gösterdiğini tespit etti.

İskoçya'daki Edinburg üniversitesi uzmanlarının çalışmasına göre, beyindeki gri maddede meydana gelen değişiklikler, ailesinde şizofreni bulunan kimselerin şizofreni geliştirip geliştirmeyeceklerini belirlemekte kullanılabiliyor.
Doktorlar, MR yönteminin başka "klinik ve bilişsel testlerle" birlikte kullanılması gerektiğini belirtti.
Araştırma ekibi ailelerinde şizofreni hastaları olduğu için yüksek risk altında bulunan 200 genci 10 yıl süreyle inceledi. Ekip, deneklerden 65'inin 18 ayda bir MR'larını çekti ve beyinlerindeki gri maddedeki değişiklikleri taradı. 65 hastanın 8'inde şizofreni gelişti. İşin ilginç tarafı, 8 hastanın hepsinin beynindeki gri maddede, daha şizofreni semptomları ortaya çıkmadan değişiklikler husule geldi.
Gri maddenin sinir hücrelerinin bulunduğu beyin dokusu azalmasıyla kendini gösteren bu değişiklikler, beynin endişe merkezine bağlı şakak lobunda meydana geldi.
Doktor Dominic Job, şu aşamada hastalığı önleyici tedavi bulunmadığını, ama bu tür çalışmaların, ilerde önleyici tedavi geliştirilmesini sağlayabileceğini belirtti.
Yonca Bayrak, 03.12.2007
GEREKSİZ ANTİBİYOTİK KULLANIMI
Havaların soğumasıyla sık görülen alt ve üst solunum yolu enfeksiyonlarında antibiyotik tedavisinin hastalığın türüne göre uygulanması ve gereksiz kullanımlardan kaçınılması gerektiği belirtildi.

Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Sosyal Pediatri Ünitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elif Özmert, alt ve üst solunum yolu enfeksiyonlarına neden olan mikropların birbirinden farklı olduğu için antibiyotik kullanımına dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
Üst solunum yolu enfeksiyonlarının genellikle burun akıntısı, öksürük ve ateş şeklinde görüldüğünü belirten Özmert, hırıltı, hızlı nefes alıp verme ve göğüste çekilmenin olması durumunda ise alt solunum yolu enfeksiyonlarının söz konusu olabileceği için antibiyotik kullanımının da buna göre belirlenmesi gerektiğini anlattı.
Özmert, alt solunum yolu enfeksiyonu olan zatürrenin, antibiyotik ile tedavi edilmesinin uygun olduğunu belirterek, "Zatürre tanısı konulmadan kullanılan antibiyotikler, çocuğun hastalığa yakalanmasını engellemez. Aksine, tedavi için daha kuvvetli bir antibiyotiğin kullanılmasına neden olur" uyarısında bulundu.
Alt solunum yolu enfeksiyonlarından bronşiyolitte antibiyotiğin kullanılabileceğini ifade eden Özmert, havaların soğuması ve kapalı mekanlarda daha fazla zaman geçirilmesine bağlı olarak son aylarda sıkça karşılaşılan üst solunum yolu enfeksiyonlarından nezle ve grip tedavisinde ise antibiyotiğin kullanılmasının uygun olmadığını kaydetti.
Çocuklarda nezle, grip gibi hastalıklara bağlı ateş görülmesi halinde ateş düşürücü şurupların, burun tıkanıklığında serum fizyolojiklerin kullanılmasının ve bol sıvı gıda alınmasının yeterli olduğunu anlatan Özmert, "Nezle ve gribin bulgularına azaltmaya yarayan fakat tedavi edici değeri olmayan nezle-grip ilaçlarının da kullanılmaması gerekir. Bu ilaçlar, çocuklara yarar sağlamadığı gibi pek çok olumsuz yan etkiye de neden olabilmektedir" uyarısında bulundu.
Prof. Dr. Elif Özmert, çocuklarda sık görülen orta kulak iltihabının antibiyotiklerle tedavi edilmesi gerektiğini belirterek, "Bademcik iltihabı yapan ve halk arasında beta olarak bilinen mikrop da antibiyotik ile tedavi edilmeli" dedi.
Mikropların Direnç Kazanmalarını Sağlar
Uygunsuz antibiyotik kullanımının mikropların ilaca direnç kazanmalarına neden olacağına işaret eden Özmert, gereksiz yere antibiyotik kullanımından kaçınılması gerektiği uyarısında bulunarak, "Bu nedenle, doktor önermediği sürece asla gereksiz yere antibiyotik kullanılmamalı" diye konuştu.
Üst solunum yolu enfeksiyonlarında uygun olmayan ilaç tedavisi yapıldığını belirten Özmert, "Uygunsuz antibiyotikler hem boğazımızda bulunan diğer bakterilerin hem de dışarda bulunan bakterilerin o ilaçlara direnç kazanmalarını sağlar. Daha sonra gerçekten zatürre olunduğunda ve antibiyotik kullanıldığında da fayda sağlamaz" dedi.
Özmert, antibiyotik kullanımında ishal, döküntü gibi yan etkilerin de görülebileceğini, gereksiz antibiyotik kullanımının hem bireysel hem de ülke ekonomisine maddi zarar vereceğini söyledi.
Yonca Bayrak, 03.12.2007
KALP SAĞLIĞI İÇİN AZ TUZ KULLANIN
Kalp sağlığı için tuz kullanımı azaltılmalı. İngiliz Tıp Dergisi'nde yayınlanan araştırmaya göre, günlük tuz alımının azaltılması, kalp hastalıkları ve felç riskini 4'te 1 oranında düşürüyor.

Uzmanlar sağlıklı yaşam için, günde 6 gram yani 1 çay kaşığı tuz tüketilmesini öneriyor.
İngiliz Tıp Dergisi'nde yayımlanan araştırma, aşırı tuz tüketiminin sağlığa zararları konusunda elde edilen yeni bulguları gözönüne seriyor. Amerikalı bilim adamları yüksek tansiyonu olan 3 bin kişinin üzerinde bir araştırma yaptı.
Deneklerden bir bölümünün günlük tuz alımı, 10 gramdan 7 grama düşürülürken, diğer grubun ise günlük tuz tüketimi değiştirilmedi.
Araştırmada aldığı günlük tuz miktarı azaltılan katılımcıların, 20 yıllık bir dönem içinde kalp hastalığı ve felç geçirme riskinin dörtte bir oranında azaldığı gözlendi.
Deneklerin kalp hastalıklarından ölme riski ise beşte bir oranında düştü. Uzmanlara göre, bir yetişkinin tükettiği günlük tuz miktarı, yaklaşık 10 gram .
Bunun büyük bölümü, işlenmiş gıda ve ekmekten sağlanıyor. Oysa uzmanların sağlıklı bir yaşam için önerdiği günlük tuz tüketim miktarı 6 gram yani bir çay kaşığı.
Tuz kullanmayı azaltmanın yolu ise abur-cubur yiyeceklerden uzak durmak ve yeteri kadar sebze ve meyve tüketmekten geçiyor. 21.04.2007
HAMİLELİKTE RAŞİTİZM
Raşitizm hastalığına yakalanan çocuklarda yapılan araştırmalarda annelerinin hamilelik döneminde yeteri kadar D vitamini almadığı belirlendi.
Sağlık Bakanlığı Raşitizmi Önleme Bilimsel Kurulu Üyesi Prof. Dr. Behzat Özkan, yaptığı açıklamada, özellikle hamile kadınların doğuma üç ay kala D vitamini alması gerektiğini söyledi.
Raşitizm hastalığının, kemik uçlarında D vitamini eksiliği sonucunda kıkırdak dokunun kemiğe ulaşamamasından meydana geldiğini belirten Özkan, hastalık sonucunda bacaklarda eğilme ve çarpıklık oluştuğunu kaydetti.
Özkan, raşitizme yakalanan 0-6 aylık bebeklerde araştırma yapıldığını belirterek, "Araştırmalarımızda hastalığa yakalanan bebeklerin annelerinin hamilelik döneminde yeteri kadar D vitamini almadığı ortaya çıktı" diye konuştu.
Bebeklerin, annelerinin D vitamini deposuyla doğduğunu ifade eden Özkan, şunları söyledi:

"Hamile kadınlar hamileliğinin son üç ayında D vitamini almalıdır. Eğer yeteri kadar vitamin almazlarsa çocuklarında raşitizm hastalığıyla karşılaşılma olasılığı artar. Ayrıca yetişme çağındaki çocuklar 3 yaşına kadar D vitamini almaya devam etmelidir."
"Raşitizm, En Fazla Doğu Anadolu'da Görülüyor"
Raşitizm hastalığının güneş ışınlarından yeteri kadar yararlanılamaması sonucunda oluştuğuna dikkat çeken Özkan, "Güneş ışınları deriye yeteri kadar ulaşamayınca deride D vitamini sentezi yapılamıyor. Bu nedenle kemiklerde yeterince kalsiyum birikmiyor" dedi.
Türkiye'de en fazla raşitizm hastalığının Doğu Anadolu Bölgesi'nde görüldüğünü vurgulayan Özkan, şöyle konuştu:
"Raşitizm artık Doğu Anadolu'da gözüküyor. Batıda çok nadir ortaya çıkıyor. Batıdaki hastalar ise genellikle doğudan giden ailelerin çocukları oluyor. Bu durumda yeteri kadar güneş ışığı almamanın ve beslenme alışkanlıklarının etkisi vardır."
Raşitizme engel olmak için vücudun D vitamini ihtiyacının karşılanması gerektiğini ifade eden Özkan, şu açıklamalarda bulundu:
"D vitamini almak için yeteri kadar güneş ışığı almalıyız. Pencere kenarında oturup güneşlenmekle vücut ihtiyacı olan D vitaminini alamaz. Çünkü pencere camından güneş ışınları yeteri kadar gelmez. Giyim tarzı da vücudun güneş ışınlarını almasında etkilidir. Çok kapalı giyimde deri güneş ışınları ile buluşamaz. Ayrıca D vitamini eksikliğini gidermek için balık tüketimi artırılmalıdır. Somon, tuna, sardunya, yumurta önemli D vitamini kaynaklarındandır."
Özkan, D vitamini eksikliğinin ayrıca raşitizmin yanı sıra çeşitli kanserlere ve kemik erimesine neden olduğunu belirterek 6 ayın altındaki bebeklerin doğrudan güneş ışığına maruz kalmaması gerektiğini de sözlerine ekledi. 21.04.2007
TÜRKİYE'DE GEBELİK
Her yıl yaklaşık 2 milyon kadının gebe kaldığı Türkiye'de, doğumların beşte birinden fazlası evde gerçekleşiyor.

Türkiye Aile Planlaması Derneği tarafından yapılmış olan, "Ülkemizde Üreme Sağlığına İlişkin Durum" isimli araştırmada, Türkiye'de gebe kalma, doğum öncesi ve sonrası bakım ile cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda önemli bilgilere yer veriliyor.
Gebelik Öncesi ve Sonrası
Her yıl yaklaşık 2 milyon kadının gebe kaldığı ve bu gebeliklerin 1 milyon 371 bininin canlı doğumla sonuçlandığı Türkiye'de, doğum öncesi bakım alan annelerin oranı yüzde 81.
Tüm doğumların yüzde 78'inde bir doktor, ebe veya hemşire hazır bulunurken, doğumların 5'te 1'inden fazlası ise evde gerçekleşiyor.
Türkiye'de, doğurganlık çağındaki kadınların gebeliğe bağlı düşük, doğum öncesi ve sonrası komplikasonları gibi nedenlerle ölüm oranı da gelişmiş ülkelere kıyasla 10-15 kat daha fazla.
Çocuk Ölümleri
Çalışmanın en önemli bölümlerden birisi de ulusal gelirleri Türkiye'den çok daha düşük olan Çin, Vietnam, Tunus, Kolombiya ve Ukrayna gibi ülkelerde çocuk ölüm oranlarının Türkiye'den düşük olması.
Araştırmada ayrıca, Türkiye'de son 30 yıldaki çalışmalara bakıldığında, anne-çocuk sağlığı hizmetlerinde, nitelik ve nicelik açısından önemli gelişmeler olduğuna da dikkat çekiliyor.
Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar
Cinsel yolla bulaşan hastalıkların Türkiye'de yayılma hızları da giderek arttığı belirtilen çalışmada, özellikle HIV-AIDS'in, gelecek için büyük bir tehdit oluşturduğu ifade ediliyor.
Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 31 Mart 1999 itibariyle Türkiye'de 896 HIV-AIDS'li birey bulunurken, bunların 156'sını, 10-24 yaş grup oluşturmakta.
Uzmanlar, bu konuda resmi verilerin gerçekleri yansıtmadığını ileri sürerken, Türkiye'de HIV ile enfekte olmuş bireylerin sayısının binlerle ifade edilebileceğini belirtmektedirler.
"Kendinizi günlük işlerinizi yapamayacak kadar mutsuz ve bitkin hissediyorsanız; depresyon riski altında olabirsiniz" diyen uzmanlar, "Bol bol güneş ışığından yararlanın!" önerisini yapıyor.
DEPRESYONA KARŞI GÜNEŞ
Özellikle mevsim değişikliklerinde ruhsal dalgalanmalar olabiliyor. Genetik olarak depresyona yatkın kişiler, bu dönemlerde daha çok risk altında.

Konuya ilişkin bilgi veren Psikyatri Uzmanı Doç. Dr. Sibel Mercan, şunları söyledi:
"Her hastada depresyonun görüntüsü farklı olabiliyor. Bazı insanlarda mesela uykusuzlukla iştahsızlıkla ağlamalarla gelir. Bazı kişilerde ise bedensel yakınmalarla. Bazen tanı konuyor, bazen konamıyor. Çok gereksiz tetkikler, tedaviler uygulanıyor. Hasta psikiyaktriyi bulana kadar zaman kaybedebiliyor."
Kronikleşme Tehlikesi Var
Zaman kaybetmek ise depresyonun kronikleşmesine yol açıyor.
Depresyon belirtilerine değinen Doç. Dr. Mercan, "Eğer işlevselliğinizi bozan bir uykusuzluk, iştahsızlık, mutsuzluk ya da az uyuyup çok neşeli olmak, aşırı neşe coşkunluk gibi belirtiler var ise hiç yemek yememe aşırı yemek yeme, bir takım değişiklikler oluyor ise bir uzmana başvurun diyoruz" dedi.
Güneş ışığının depresyonun en iyi ilacı olduğunu ifade eden uzmanlar, "Bol bol güneş ışığı alarak ruhunuzu sağlıklı tutabilirsiniz" diyor.
SES KISIKLIĞINA ÖNLEM
Ses kısıklığını önlemek için kafein ve sodalı içeceklerin alınmaması, sigara ve alkolün kullanılmaması gerektiği bildirildi.

Ege Üniversitesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatih Öğüt, ses kısıklığının en sık nedeninin larenjit denen ses tellerinin enfeksiyonu olduğunu ifade etti.
Prof. Dr. Öğüt, bu durumun soğuk algınlığı ve diğer üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında ya da aşırı bağırmaktan kaynaklanan ses zorlanmalarında ortaya çıktığını kaydetti.
Belirtiler ve Öneriler
Sesin yanlış kullanılması sonucunda ses tellerinde nodül adı verilen küçük şişliklerin oluşabileceğini belirten Öğüt, nodüllerin ses eğitimi ile ses kullanma alışkanlığı düzeltilmediği sürece kendiliğinden kaybolmayacağını ifade etti.
Erişkinlerde ses kısıklığının en sık görülen nedeninin mide içindeki asitli sıvının yemek borusundan gırtlak seviyesine yükselerek, ses tellerini tahriş etmesi (Reflü) olduğunu bildiren Prof. Dr. Öğüt, şunları söyledi:
"Ses kısıklığı, özellikle sabahları fazladır ve gün içinde azalır. Ses kısıklığı ile birlikte boğazda takılma ve boğaz temizleme alışkanlığı da sık görülen belirtilerdir. Ses kısıklığına neden olan durumların çoğu, ses hijyeniyle ses istirahati ve doğru ses kullanma alışkanlığını kazanmakla düzelir. Ses kısıklığını önlemek için kafein ve sodalı içecekler alınmamalıdır. Sigara ve alkol kullanılmamalı, ses kısıklığı oluştuğunda ses dinlendirilmelidir. Çok uzun süre konuşmaktan kaçınılmalı, bol su içilmelidir. Boğaz kazınarak temizlenmemeli, gürültülü ortamlarda konuşulmamalıdır. İçinde bulunulan ortamın nemi ve ısısı uygun olmalıdır." 21.04.2007
SAÇ DÖKÜLMESİNE KARŞI FOTOTERAPİ
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı tarafından uygulanan fototerapi (ışın tedavisi) ile saç dökülmelerinin engellendiği bildirildi.

Dermatoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Can Ceylan, fototerapide iki tür ışın verildiğini, bir grup hastada ultraviyole A adı verilen ışın kullanıldığını belirtti.
Bu Tedavi Nasıl Uygulanıyor?
Bu hastalara Psovaleren denilen ışığa duyarlılığı arttırıcı ilaçlar verildiğini, 2 saat sonra özel kabinlerde tüm vücuda ışın uygulandığını ifade eden Ceylan, şunları kaydetti:
"Bu tedavi haftada 2-3 kez tekrarlanıyor. Aynı yöntem saç dökülmelerinin yanı sıra sedef hastalığında da kullanılabiliyor. Eğer olumlu cevap alınırsa tedaviye belirli bir süre daha devam ediliyor. Ultraviyole B ışınlarında ise hastaya yine özel kabinlerde ağızdan ilaç vermeden direkt ışın uygulanıyor. Işın tüm vücuda verildiği gibi, belirli bir bölgeye lokal olarak da uygulanabiliyor. Bu sayede kıl dibinde saç dökülmelerine neden olan hücreler ortadan kaldırılarak, saçların uyarılması sağlanıyor."
Saç dökülmelerinin birçok nedeni olabileceğini anlatan Ceylan, bunlar arasında hormonal faktörler, stres, yanlış kozmetik madde kullanımlarının yer aldığına dikkati çekti.
Hormonal nedenlerle erkeklerde daha erken yaşlarda saç dökülmelerine rastlandığını belirten Ceylan, kadınlar da özellikle hamilelik, menopoz dönemlerinde saç dökülmelerinin ortaya çıkabildiğine işaret etti. 21.04.2007
TEHLİKELİ KOZMETİKLER
Kırışıklıkları giderdiği öne sürülen bazı kozmetik ürünlerde kullanılan bir kimyasalın, kırışıklıkları yok ederken deri hücrelerini öldürdüğü ortaya çıktı.

Kanada'daki Quebec Üniversitesi'nden Dr. Francois Marceau, bu kimyasalın hücreleri değişime uğrattığını, hücrelerin bölünmesinin durduğunu ve 24 saat sonra bunların bir kısmının öldüğünü söyledi.
Hücre biyoloğu Marceau ile ekibi, "2-dimethylaminoethanol" (DMAE) adlı kimyasalı tavşanlar ve insan deri hücrelerinde denediler.
Araştırmacılar, kimyasalın bulunduğu ürünler sürüldüğünde, su ve DMAE dolan hücrelerin hızla şiştiğini ve epidermal tabakanın kalınlaştığını gördüler. Diğer yandan, DMAE'nin deri hücrelerinde toksik etki yarattığı, hücrelerin bölünmesini durdurarak, salgı üretmesini engellediği ve sürüldükten 24 saat sonra hücrelerin bir kısmının ölümüne yol açtığı saptandı.
DMAE ve diğer kozmetik kimyasallar ilaç olarak görülmediği için, kutularda bunların işleyişi ve zehirli olabileceğiyle ilgili pek bilgi verilmediği belirtildi. Bu tür kozmetiklerin ilaç gibi düşünülmesi, pazara sürülmeden önce zararlı etkileriyle ilgili araştırmalar yapılması gerektiği kaydedildi.
Marceau, insanları korkutmak istemediğini, ancak bu tür ürünlerle ilgili daha fazla araştırma yapılması gerektiğini söyledi. 21.04.2007
GÖZ TANSİYONU - GLOKOM-
Halk arasında "göz tansiyonu" olarak bilinen glokom, zamanında tedaviye başlanmazsa kalıcı görme kaybı ve körlüğe neden oluyor.

67 milyon insan göz tansiyonundan yakınıyor ve bir çoğu son aşamada görme kaybıyla hastalığın farkına varabiliyor.
Hastalıkla ilgili açıklama yapan Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Doçent Doktor Cengiz Akarsu, "Daha çok toplumda bizim toplumda gördüğümüz 40 yaşından sonra ortaya çıkan glokom tipleri ve yaş arttıkça görülme insidansı artıyor." dedi.
Glokom yani göz tansiyonu belirti vermeden sinsi bir şekilde ilerliyor, belirti verdiğinde ise iş işten geçmiş olabiliyor.
40 yaşın üstündekiler, çok yüksek veya çok düşük tansiyonlular, miyop göz kusuru bulunanlar, hipotiroidi, diyabet hastaları ve migreni olanlarda göz tansiyonu riski daha yüksek.
Uzmanlar bu guruptakilerin göz hekimine düzenli gitmesini ve göz iç basıncının kontrol edilmesini ısrarla vurguluyor.
Her sağlıklı bireyin de 20-40 yaş arasında yılda en az bir kez gözhekimine gitmesi öneriliyor.
Doç. Dr. Cengiz Akarsu, "40'dan sonra ailede risk faktörü yoksa, 2-4 yıl arasında bir kere göz hekimine gitmeleri lazım." diye konuştu. 21.04.2007
YEMEK İLE ÇAY KANSIZLIK YAPIYOR
Adnan Menderes Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdal Beşer, çayın yemekle birlikte tüketilmemesi gerektiğini söyledi.

Prof. Dr. Erdal Beşer, çayın vücuttaki kan düzeyi üzerindeki etkilerini saptamak üzere, 200 üniversite öğrencisi üzerinde araştırma yaptıklarını belirtti.
Prof. Dr. Beşer, öğrenciler arasında çayı hatalı tüketenlerin kan düzeylerinin daha düşük bulunduğunu vurguladı.
Çayın, yemeklerden en az bir saat önce ya da en az bir saat sonra içilmesi gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Beşer, "Çay yemekle birlikte tüketilmemeli. Çayın basit bazı kurallara uyulmadan içilmesi halinde başta kansızlık gibi çeşitli olumsuz etkileri görülebilir." dedi.
Prof. Dr. Beşer, yemeklerden bir saat sonra içilen çayın kan düzeyi üzerinde olumsuz etkisi olmadığını belirterek, "Günde ortalama 5-6 fincan şekersiz çay içilebilir. Yaşlılara ve ergenlere günde 1-2 fincandan fazla çay önermiyoruz. Çünkü çayda bulunan kafeinin kalsiyum-mineral dengesi için olumsuz etkileri olabilir." diye konuştu.
Prof. Dr. Beşer, çayın açık ve limonla içilmesini önerdiklerini, mide ülserine yatkın olanların çaydan sakınmaları gerektiğini bildirdi. 17.04.2007
ÇOCUKLARINIZI AŞILAYIN
Dünyada her yıl milyonlarca çocuk önlenebilir hastalıklar yüzünden ölüyor.

Veremden 2 milyon, kızamıktan 1 milyon çocuk hayatını kaybediyor.
Bütün bu hastalıklardan aşı yaptırarak korunabilirsiniz.
Dünya Sağlık Örgütü aşılama bilincinin geliştirilmesi amacıyla bu yılki Aşı Haftası'nın sloganını "Aşılayın, Önleyin, Koruyun" olarak belirledi.
Aşı takvimi doğru uygulandığında verem ve kızamık başta olmak üzere menenjit, difteri, tetanoz ve Hepatit-B gibi hastalıklardan çocukları korumak mümkün olabiliyor.
Çiçek ve çocuk felci hastalıkları aşı sayesinde neredeyse yok oldu.
Dünya Sağlık Örgütü kızamık hastalığını yeni hedefi olarak belirledi.
Kızamık hastalığının tedavisi yaklaşık 900 YTL iken bir doz kızamık aşısının maliyeti 20 kuruş.
Türkiye de yaptığı çalışmalarla 2010 yılında kızamıktan tamamen kurtulmayı hedefliyor.
2006 yılında aşı takvimine eklenen menenjit, kızamıkçık ve kabakulak ile birlikte koruma sağlanan hastalık sayısı 10'a yükseldi.
Bu aşılar sağlık ocakları, sağlık evleri, ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezleri, devlet hastaneleri, toplum sağlığı merkezleri ve aile hekimliği birimlerinde ücretsiz olarak yapılıyor. 17.04.2007
Zayıflatan Yosun Kapsülleri

Sağlık Bakanlığı zayıflama amaçlı olarak satılan "Zayıflama Yosun Kapsüllerinin" ithal ve satışının durdurulmasına karar verdi.
Bakanlık, kapsüllerin mahkeme kararı ile toplatılmasını da istedi.
Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü, konuya ilişkin "çok acele" kaydıyla il sağlık müdürlüklerine bir genelge gönderdi.
Genelgede, izini alınmadan kaçak olarak yurda sokulan ve kaçak üretilen "Zayıflama Yosun Kapsülü" adlı ürünün, aktar ve baharatçılarda, hatta eczanelerde satıldığına ve bu ürünü kullananlarda ciddi yan etkiler olduğuna dair şikayetler geldiğine vurgu yapıldı.
Uzmanlar, bu tür ilaçların doktor kontrolü dışı kullanımında "karaciğer, böbrek ve kalp yetmezliğine neden olabileceğini" belirtiyor.
Genelgede, ayrıca ilgili firmalar hakkında, yürürlükteki mevzuat doğrultusunda yasal işlem başlatılması da istendi.
13.04.2007
İNSÜLİNSİZ DİYABET
Brezilya'da 1. tip şeker hastası olan 13 kişinin, insülin iğnesi ve başka tedavi kullanmadan, kendi kök hücrelerinin nakledilmesiyle uygulanan bir yöntem sonucunda sorunsuz yaşadığı, bazılarının sorunsuz yaşanan döneminin 3 yılı bulduğu bildirildi.

Araştırma ekibinden Chicago Northwestern Üniversitesi Tıp Fakültesi'den Dr. Richard Burt, "1. tip şeker hastalığı tedavisinin tarihinde ilk kez hastalar hiçbir tedavi görmeden, hiçbir ilaç kullanmadan normal kan şekeri düzeyine sahip olarak yaşadılar" dedi.
Kendi Kök Hücreleri Nakledildi
Brezilya'nın Sao Paulo Üniversitesi'nde yapılan araştırmada hastalara, kendi kanlarından elde edilen kök hücreler nakledildi.
1. tip şeker hastalığı, vücudun pankreastaki insülin üreten hücreleri öldürmesi ile başlayan bir bağışıklık sistemi hastalığı. İnsülin tedavisi kan şekeri seviyesini düzenlemek için kullanılıyor.
Dr. Burt kök hücre naklinin, vücudun bağışıklık sisteminin pankreasa saldırmasını durdurmak için kullanıldığını belirtti.
Araştırmaya katılan hastaların kan örneklerinden yeni kök hücreler üretildikten sonra, hastalara birkaç günlük yüksek dozlu kemoterapi uygulandı.
Bu kemoterapi vücudun bağışıklık sistemini neredeyse tamamen etkisiz hale getiriyor ve böylece hastanın bağışıklık sisteminin, vücudunda kalan az sayıdaki insülin üreten hücreleri yoketmesi durduruluyor.
Bundan sonra hastaya nakledilen yeni kök hücreler yeni bir sağlıklı bağışıklık sistemi oluşturuyor. Sağlıklı bağışıklık sistemi ise, artık insülin üreten hücrelere saldırmıyor.
Uygulamada Zamanlama Önemli
Yöntemin başarılı olması için hastalığın ilk aşamalarında uygulanması gerektiği belirtildi.
Hastaların hepsinin yeni şeker hastaları olduğu, ensülin üreten hücrelerinin tamamen yokolmadığını belirten Burt, "zamanlama önemli, eğer uzun süre beklerseniz, vücudun kendisini tamir etme imkanı yokolmuş olur" dedi.
Araştırmaya katılan hastaların 3 hafta kadar hastaneye kaldırıldığı, çoğunun mide bulantısı, kusma ve saç dökülmesi gibi belirtiler gösterdiği, bir hastanın zatürre olduğu belirtildi.
Araştırmayı yapan ekipten Sao Paulo Üniversitesi'nden Dr. Julio Voltarelli, geri kalan 13 hastanın, araştırmadan sonra "ensülin almadan normal yaşamlarına devam ettiklerini" söyledi.
Daha Çok Hastada Denenmeli
Ancak bu yöntemin henüz tedavi olarak kabul edilemeyeceği, kök hücre naklinin 1. tip şeker hastaları için standart tedavi yöntemi haline gelebilmesi için, daha büyük hasta grupları ile ve daha ayrıntılı deneyler yapılması gerektiği belirtildi.
Ayrıca kök hücre naklinin zararlarının, bu tür deneylere çocukların dahil edilip edilemeyeceği konusunda da şüpheler yarattığı bildirildi.
Kök hücre naklinin muhtemel zararları arasında kısırlık ve geç ortaya çıkan kanser de bulunuyor.
Dünyada 24 milyon kadar kişinin, daha çok çocuklar ve gençlerde görülen 1. tip şeker hastası olduğu belirtiliyor.
13.04.2007
LEJYONER HASTALIĞI
Sağlık Bakanlığı Lejyoner Hastalığı Program Sorumlusu Dr. Yıldırım Bayazıt, Türkiye'de geçen yıl 39 kişide lejyoner hastalığı görüldüğünü belirterek, "Hastalığa yakalanma oranı bakımından Avrupa'nın en kötüsüyken, son yıllardaki çalışmalarla şu anda çok iyi durumdayız" dedi.

Dr. Yıldırım Bayazıt, Antalya'da faaliyet gösteren yaklaşık 150 otel yöneticisine, lejyoner hastalığı ve su hijyeni konusunda bilgi verdi.
Seminer öncesi gazetecilerin sorularını yanıtlayan Bayazıt, lejyoner hastalığına yol açan bakterilerin genellikle ılık sularda oluştuğunu ve buradan hava kabarcıkları halinde solunum yoluyla insanlara bulaştığını bildirdi.
Hastalığın otel, hastane, okul ve alışveriş merkezlerinde görülme riskinin yüksek olduğuna dikkati çeken Bayazıt, turistik tesislerde oluşabilecek lejyoner hastalığının ülkeye prestij ve ekonomik kayıp getirebileceğini belirtti.
Bayazıt, şöyle konuştu:
"Lejyoner hastalığı, tedavisi mümkün bir zatürre türü. Ancak diğer zatürrelerden en büyük farkı öldürücü olması. Hastalığın öldürücülüğü yüzde 30'lara kadar çıkabiliyor."
"İyi Durumdayız"
Türkiye'de hastalığın tanıtımına yönelik 2001 yılından bu çalışmalar yapıldığını belirten Bayazıt, "Hastalığa yakalanma oranı bakımından Avrupa'nın en kötüsüyken, son yıllardaki çalışmalarla şu anda çok iyi durumdayız" dedi.
Türkiye'de 1996 yılında sadece bir otelde 26 kişide lejyoner hastalığı tespit edildiğini hatırlatan Bayazıt, geçen yıl 34'ü turist olmak üzere 39 kişide lejyoner hastalığı tespit edildiğini açıkladı.
Nelere Dikkat Edilmeli?
Bayazıt, şöyle konuştu:
"Lejyoner hastalığının önlenmesi için su 50 derecenin üzerinde olmalı, suyun dezenfektesi uygun koşullarda yapılmalı ve su sistemi her aşamada tortudan, kireçten arındırılmalı. Kullanılmayan odalardaki musluklar her gün açılıp su akıtılmalı. Çünkü bu hastalığın mikrobu suyun durgun olduğu yerde ürer. Öte yandan personel de hastalık konusunda bilinçlendirilmeli."
08.04.2007
SİGARA BEYİNE ZARAR VERİYOR
Sigara, beyin damarlarının elastik yapısını bozarak baloncuk gelişimi riskini artırıyor.

Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahisi Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Cengiz Çokluk, sigaranın zararlarına dikkat çekerek tüm organlara zarar veren sigaranın beynin elastik yapısını bozduğunu söyledi.
Sigaranın vücuttaki tüm bölgelerdeki elastik liflerin elastikliğini bozduğunu ve yapımını azalttığını kaydeden Çokluk, bunun sonucunda beyin damarlarının elastik özelliklerini kaybettiğini belirtti.
"Beyin damarlarındaki elastik yapının kaybedilmesi sonucu damar içindeki kan basıncının da etkisiyle özellikle damarların çatallanma yerlerinde baloncuklar gelişmektedir" diyen Çokluk, sigara tiryakiliği yüksek tansiyon hastalığı ile birleştiğinde baloncuk riskinin daha da arttığını vurguladı.
Beyin damarı hastalıklarının en tehlikelisinin baloncuk olarak bilinen "anevrizma" olduğunu bildiren Çokluk, beyinde oluşan baloncuğun basınç halinde patlayarak beyin kanamasına yol açtığına işaret etti.
Sigara içen insanlarda içmeyenlere göre baloncuk oluşumunun daha fazla olduğunu ifade eden Çokluk, şöyle konuştu:
"Yapılan çalışmaların sonuçları göstermiştir ki sigara alışkanlığı damar duvarında baloncuk gelişimine neden olmakla kalmamakta aynı zamanda oluşmakta olan baloncukların büyüklüklerinin artmasına da neden olmaktadır."
Baloncuk riskinden kurtulmak için öncelikle sigaranın bırakılması gerektiğini kaydeden Doç. Dr. Çokluk, yeterli miktarda C vitamini içeren meyve tüketmenin de yararlı olduğunu ifade etti.
08.04.2007
ŞALGAMIN YARARLARI
Adana'nın sembolleşen içeceklerinden olan ve vitamin deposu havuçtan elde edilen şalgamın, mevsimsel geçişle birlikte artan soğuk algınlığı ve gribal enfeksiyonlara karşı vücudun direncini artırdığı bildirildi.

Çukurova yöresinde çokça tüketilen şalgama olan talep, özellikle mevsimsel geçiş dönemlerinde fazlasıyla artıyor.
Vitamin deposu olarak bilinen havuçtan, tamamıyla doğal olarak elde edilen şalgamın, yapılan seri üretimler sonucu ülke genelinde tüketimi hızla yaygınlaşırken, vücudu hastalıklara karşı koruyucu etkisinin olması, şeker ve kolesterol yapıcı maddeler bulunmaması da herkesin rahatlıkla içebilmesine olanak sağlıyor.
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Boğaz Burun Hastalıkları Ana Bilim Dalı öğretim Üyesi Doç. Dr. Barlas Aydoğan, mevsimsel geçiş dönemi olan şu günlerde, grip başta olmak üzere soğuk algınlığı hastalıklarının arttığını, şalgamın ise vitamin yönünden zengin olması nedeniyle tüketiminin hastalıklara karşı önleyici olabileceğini söyledi.
Bilimsel bir araştırmanın bulunmamasına rağmen tamamen havuçtan yapıldığı için faydalı olduğunun bilindiğini ve rahatlıkla tüketilebileceğini belirten Aydoğan, şalgamın vücut direncini artırdığını kaydetti.
Şalgam Nasıl Yapılıyor?
Şalgam suyu, mor havucun özü alınarak yapılıyor. Önce, bulgur unu mayalanıp bir hafta bekletiliyor, iyice ekşidikten sonra sulandırılıp, dut ağacından yapılan özel tahta fıçılara bırakılıyor. Ardından, mor havuç iyice temizlenip kaynatıldıktan sonra bu fıçılara konuluyor, üzerine de şalgam turpu yerleştiriliyor. Tahta fıçılarda bir hafta daha bekletilen bu karışıma tuz ilave ediliyor.
Fıçı içinde şarap gibi olgunlaştırılan şalgam, bekleme süresi sonunda süzülerek içime hazır hale getiriliyor. Şalgam suyunu acılı olarak içmek isteyenlerin bardağına ise bir miktar süs biberinden elde edilen acı sos ilave ediliyor.
08.04.2007
LAZERLE GÖZ TEDAVİSİ
Uzak ve yakını görmeyi etkileyen göz kusurlarının tedavisinde kullanılan ve büyük çoğunlukla olumlu sonuç veren lazerle göz tedavisinin (Lasik), nadiren de olsa kornea merkezinde bulanıklaşmaya ve görme zayıflığına yol açabileceği bildirildi.

Los Angeles'de bulunan California Üniversitesi (UCLA) David Geffen Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Barış Sönmez ve Maloney Göz Enstitüsü'nden Dr. Robert M. Maloney tarafından yapılan çalışmada, korneadaki problemin birkaç ay içinde kendi kendine çözüldüğü ve oluşan görme zayıflığının da yeni bir lazer tedavisi ile ortadan kaldırılabileceği belirlendi.
Amerikan Göz Hekimliği Dergisinin mart sayısında yer alan çalışma sonuçlarının, lasik tedavisinden sonra yaşanan sorunlarla ilgili olarak 1998 yılından beri kendilerine gelen şikayetleri değerlendiren Sönmez ve Maloney'in bu alanda deneylerine dayandığı belirtiliyor.
Korneadaki bulanıklığın genellikle tedaviden 3-6 gün sonra başladığı ve lazer ışığına doğrudan en fazla maruz kalan kornea merkezinde oluştuğu sonucuna varan doktorlar, bu durumda gözdeki odaklanmanın da anormalleştiğini belirtiyorlar.
Korneadaki bulanıklaşmanın 2 ile 18 ay arasında değişen sürede kendiliğinden geçtiğini söyleyen Sönmez ve Maloney, bulanıklığın bir enfeksiyon olmadığını ve enfeksiyonmuş gibi tedavi edilmesi durumunda başka göz hastalıklarına sebep olabileceği konusunda uyarıda bulunuyor.
Sönmez ve Maloney, lasik tedavisinde kornea bulanıklığı problemi olmasını, tedavi sırasında toksik reaksiyona sebep olan dış bir etkene bağlıyorlar.
08.04.2007
GİZLİ TİROİD BEZİ TEMBELLİĞİ
Çocuklarda konsantrasyon bozukluğu, başarılı derslerinde gerileme varsa ya da gelişmesinde yavaşlama gözlüyorsanız, ihmal etmeden mutlaka bir uzmana başvurulması gerekiyor.
Yapılan araştırmalar, bunun sebebinin "gizli tiroid bezi tembelliği" olabileceğini gösteriyor.

Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bölümünden Doç. Dr. Ayça Törel Ergür, gizli tiroid bezi tembelliğinin, çocuklarda özellikle boy ve kiloda etkisi olduğunu belirterek, "Eğer bir çocukta boy persantilinde düşme varsa, obeziteye doğru kilo almaya doğru eğilim varsa, çocukta anksiyete, depresyon belirtisi varsa, kan yağları özellikle kötü kolesterolde de yükselme varsa düşük doz RT4 tedavisinin başlanmasını ve takip edilmesini öneriyorum." dedi.
Troid bezinin yavaşlamasına "hipotroidi" deniyor.
Bu hastalığın formlarından biri olan gizli tiroid bezi tembelliği ise takip edilmesi gereken sinsi bir tür.
Tedavi edilmediğinde yaşam kalitesini düşürüyor ve tedavisi daha zor hastalıklara yol açabiliyor.
Doç. Dr. Ergür, "Erişkinlerde ise bir kardiyo vasküler risk faktörüdür. Çünkü lipitleri yükseltecektir zamanla erken kalp anormalliklerine neden olabilir." diye konuştu.
08.04.2007
OTİSTİK BEBEKLER
Bir yaşındaki bebeklerin isimleriyle çağrıldıklarında yanıt vermemelerinin otizm belirtisi olabileceği bildirildi.

Amerikalı araştırmacıların, kardeşleri otistik olan ve bu nedenle risk altında görülen bir yaşındaki 101 bebek üzerinde yaptığı inceleme, bebeklerin kendilerine isimleriyle hitap edildiğinde tepkisiz kalmalarının hastalığın erken bir belirtisi olabileceğini ortaya koydu.
Sonuçları "Archives of Pediatrics and Adolescent Medicine" dergisinde yayımlanan araştırma çerçevesinde, söz konusu 101 bebek aynı yaşta hastalık riski görülmeyen 46 bebekle karşılaştırıldı.
Araştırma Nasıl Yapıldı?
Her bebeğin küçük bir oyuncakla beraber masaya oturtulduğu, bir araştırmacının bebeğin arkasında yürüyerek ona açık bir biçimde ismiyle hitap ettiği, üç saniye sonra karşılık vermeyen bebeğe isminin en fazla iki kez daha söylendiği belirtildi.
Araştırmada, hastalık riski görülmeyen tüm bebekler isimleriyle çağrıldıklarında ilk ya da ikinci saniyede tepki verirken, risk altındaki grupta bulunan bebeklerden yüzde 86'sı çağrıya karşılık verdi.
Bu deneyden sonra risk altındaki gruptan 46, diğer gruptan da 25 bebeğin 2 yıl boyunca gözlendiği, bir yaşındayken isimleriyle seslenildiğinde tepkisiz kalan bebeklerin dörtte üçünün 2 yaşında gelişim sorunları gösterdiği bildirildi.
Araştırmada, daha sonra otizm teşhisi konulan bebeklerin yarısının, herhangi bir gelişim sorunu yaşayanların yüzde 39'unun söz konusu testte başarısız olduğu görüldü.
04.04.2007
YEMEK BORUSU DARLIĞI
Yemek borusu darlığı önemli bir sorun. Bu problemi yaşayan kişi rahatça yiyip içemiyor giderek de zayıflıyor.

Bu hastalık, ameliyata gerek kalmaksızın balon ve buji kullanılarak tedavi edilebiliyor.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde, bu yöntemlerle yılda yaklaşık bin hasta sağlığına kavuşturuluyor.
Yemek borusu darlığı, reflü, yakıcı madde içilmesi ve yemek borusu kanserleri sonrası ortaya çıkabilen bir hastalık. Hastalık, yutkunma şikayetleriyle kendini gösteriyor.
Normal bir insanın yemek borusu 13 milimetre çapındayken, hastalıklar sonrasında 3 milimetreye kadar daralıyor.
Yemek borusu darlıkları da çeşitli tedavi yöntemleri ile sorun olmaktan çıkıyor. Bu yöntemlerden biri buji diğeri ise balon.
Hastanede yatmadan aynı gün taburcu olunmasını sağlayan her iki yöntem hastaları, binlerce YTL'lik ameliyat masrafından da kurtarıyor.
04.04.2007
KÖK HÜCREDEN KALP KAPAKÇIĞI DOKUSU
Tıpta devrim niteliğindeki kök hücre çalışmaları, farklı hastalıkların tedavisinde umut vaad ediyor.

İngiliz araştırmacılar, kök hücreden kalp kapakçığı dokusu geliştirdi.
İngiliz The Guardian gazetesi, Harefield hastanesindeki kalp bilim merkezinde bir grup araştırmacının, kök hücreden, insan kalbindeki kapakçıkla aynı şekilde çalışan doku geliştirdiğini yazdı.
Bu çalışma, kök hücreden insan kalbi yapma yolunda önemli bir adım olarak nitelendiriliyor.
Hayvanlar üzerinde yıl sonunda yapılacak denemelerin başarıyla sonuçlanması halinde, söz konusu dokunun kalp hastalarında üç yıl içinde organ naklinde kullanılması mümkün olabilecek.
Araştırma ekibinin başkanı kalp cerrahı Magdi Yacoub, kök hücreden bütün bir insan kalbi geliştirmenin imkansız olmadığını, bunun 10 yıl sonra gerçekleşebileceğini vurguluyor.
02.04.2007
BEBEKLİKTE DEMİR DÜZEYİ
Bebeklik ve çocukluk dönemindeki demir eksikliğinin bilişsel gelişimi geciktirip, zeka düzeyini yaklaşık 9 puan geriletebildiği bildirildi.

Trabzon Doğum ve Çocuk Bakımevi Başhekimi Uzmanı Dr. İsmail Topal, 0-5 yaş arası çocukların, demir eksikliğinden etkilenen yaş grubunu oluşturduğunu, demir eksikliği olan 2 yaşından küçük çocuklarda uyum ve denge sorunları görüldüğünü belirtti.
Demir eksikliği olan çocukların daha içe kapanık ve çekingen davrandığını ifade eden Topal, "Demir eksikliği, çocuğun etkileşime geçmesini önleyip öğrenme yetisini engelleyebildiği gibi, zihinsel yeteneklerini de köreltebilir. Bebeklik ve küçük çocukluk döneminde demir eksikliği, bilişsel gelişimi geciktirip, zeka düzeyini yaklaşık 9 puan geriletebilir" dedi.
Topal, beslenme bozukluklarının, bebeklerde büyüme ve gelişme geriliğine, enfeksiyonlarla kombine olarak da hastalıkların ağır ve ölümcül seyretmesine neden olduğunu belirterek, halk arasında 'kansızlık' olarak bilinen aneminin de demir eksikliğine bağlı olarak geliştiğini söyledi.
Şeker Yerine Üzüm Pekmezi
Bazı konulardaki bilgisizliğin anemiyi oluşturan etkenleri doğurduğunu belirten Topal, "Çocukları kansızlıktan korumak için yaşlarına göre beslemek gerekir. Anne babalar, çocuklarının besinlerinde, tatlandırıcı olarak şeker yerine üzüm pekmezi kullanmalı. Bebeklere altıncı ayından itibaren mercimek köftesi ve ızgara köfte yedirilmelidir." diye konuştu.
C vitamininin de yeterli miktarda alınması gerektiğini, demirin vücutta kullanılmasında C vitamininin rolünün büyük olduğunu ifade eden Topal, çocuklara demir yönünden zengin olan et, karaciğer, yumurta, dalak, balık ve kuru baklagillerin de mutlaka yedirilmesi gerektiğini vurguladı.
02.04.2007
ÇOCUKLARDA DÜZ TABAN
Çocukların 7 yaşına kadarki gelişim süreçlerinde ayaklarının iç kısmında "kubbe" oluşmamasının normal olduğunu belirten uzmanlar, bebeklere vaktinden önce giydirilen bazı ortopedik ayakkabıların, düz tabanlığı kalıcı hale getirebileceği uyarısında bulunuyor.

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ömer Akçalı, çocukların normalde 1 yaş civarında yürümeye başladığını, çocuğunun yere "geniş" ve "patates" gibi basmasının ailelerin dikkatini çektiğini söyledi.
Çocukların bu tür adımlarının normal olduğunu, ancak ailelerin "çocuğum düz taban mı?" endişesi yaşadığını ifade eden Akçalı, hemen ortopedik ayakkabılara yönelmenin doğru yaklaşım olmadığını belirtti.
Her çocuğun yürümeye başladığında ayağının iç kısmına bastığını, ayak tabanının düz olduğunu, 2-3 yaşına doğru bu düzlüğün yavaş yavaş yükselmeye başladığını anlatan Akçalı, ayak kavisinin kubbe haline gelmesinin 7 yaşına kadar sürebildiğini ifade etti.
Özellikle 3 yaşına kadarki süreçte bu şekildeki çocukları düz tabanlı olarak nitelememek gerektiğini vurgulayan Akçalı, düzlüğün devam etmesi durumunda ortopedik ayakkabılara yönelmek gerektiğini kaydetti.
Akçalı, çocuğa yardımcı olması düşüncesiyle alınan bazı ayakkabıların yarar yerine zarar getirebileceği uyarısında bulunarak, şunları kaydetti:
"Özellikle tabanı sert ortopedik ayakkabılar çok zararlı. Tabanı yumuşak olan burnu sert olan ayakkabıların seçilmesi lazım. Bu dönemlerde düz taban düşünülerek kullanılan ayakkabılar ilerde çocukta ciddi sorunların oluşmasına neden olur. Çocuklara giydirilen ortopedik ayakkabılar, ayaktaki kıkırdak şeklindeki kemiklere baskı yaparak geçici düz tabanlığın kalıcı hale gelmesine neden olur."
02.04.2007
DAMARİÇİ PROTEZ
ABD'de yapılan bir araştırmada, aterosiklerozun tedavisinde kullanılan, tıkanmış damarın içine uygulanan damariçi protez yönteminin ilaç tedavisinden daha etkili olmadığı belirlendi.
"New England Journal of Medicine" adlı tıp dergisinin bu haftaki sayısında yayımlanacak araştırmada, damarın içine konulan bu "biyoaktif vasküler endoprotez" olarak adlandırılan bu küçük silindirlerle ilaç temelli tedavinin etkinliğini kıyaslamak için klinik deneyler yapıldı.
Araştırma sonuçlarının yalnızca ABD'de 3,2 milyar dolarlık bir pazarı bulunan damariçi protezle ilgili tıbbi uygulamalarda değişikliğe yol açabileceğini belirten araştırmacılar, deneyler sonrasında her iki grupta da ölüm oranının yüzde 8 çıktığına işaret ettiler.
Araştırmacılar, klinik deneyler sonucu ölüm, enfarktüs ve diğer damar rahatsızlığından ileri gelen risklerin damariçi protez kullananlarda yüzde 20, ilaç tedavisi uygulananlarda ise yüzde 19,5 olduğunu bildirdiler.
ABD'de damariçi protezleri, Johnson and Johnson ve Boston Scientific şirketleri üretiyor.
28.03.2007
TRANS YAĞLAR KALBİN DÜŞMANI
Trans yağlar olarak da bilinen hidrojene nebati yağların kalp krizi için büyük risk oluşturduğu bildirildi.

ABD'nin Boston kentindeki Harvard Kamu Sağlığı Okulu'ndan Dr. Frank B. Hu, yaptıkları çalışmanın, kanlarındaki trans yağ seviyesi yüksek olan kadınların olmayanlara göre kalp krizi geçirme riskinin üç kat fazla olduğunu ortaya çıkardığını söyledi.
İnsan vücudunun trans yağ üretmediğine ve bu yağların kaynağının sadece alınan besinler olduğuna dikkati çeken Hu, özellikle hamur işleri, kraker ve kızartılmış yiyeceklerin bu açıdan zengin olduğunu kaydetti.
Hu, ABD'de hidrojene yağların ve bu yağı içeren diğer besin kaynaklarının kullanımının kısıtlanmasının kalp-damar hastalıklarının azalmasına da yardımcı olacağını kaydetti.
Hu ve arkadaşları, kalp ve diğer hastalıkların gelişiminde doğum kontrol hapları, beslenme ve yaşam tarzlarının etkisini araştırmak için yaptıkları geniş çaplı araştırmada, 1989-1990 yıllarında 32 binden fazla hemşirenin kan örneğini analiz etti.
Circulation dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, Hu ve arkadaşları takip eden 6 yıl içinde, sağlıklı 327 kadınla karşılaştırılan kadınlardan trans yağ oranı yüksek 166'sının kalp krizi geçirdiğini tespit etti.
Kırmızı kan hücrelerindeki trans yağ oranının trans yağ tüketimiyle bağlantılı olduğu, bunun da kötü kolesterolün (LDL) yükselmesi ve iyi kolesterolün (HDL) düşmesiyle ilgili olduğu belirtildi.
Trans Yağ kullanımının sınırlandırılması
Hu, trans yağ alımının Avrupa ülkelerinde azaltıldığını hatırlatarak, buna karşın bu yağların ABD'de halen yüksek oranlarda kullanıldığını kaydetti. Hu, trans yağların bazı yiyeceklerle New York ve Philadelphia gibi kentlerdeki restoranlarda yapılan yemeklerde kullanılmaması çabalarının, nüfusun geneline yayılmasının faydalı olabileceğini bildirdi.
Bilim adamları, araştırmalarının, trans yağların kalp sağlığına zararlı etkilerini göstermek için yeni kanıtlar ortaya koyduğunu söyledi.
Trans yağların kalp damar sağlığı açısından zararlı olduğu uzun zamandır biliniyor. Bu yağlar özellikle fast food restoranlarda (özellikle kızarmış patateste) bol miktarda kullanılıyor.
Geçen yıl alınan karara göre, ABD'nin New York şehrinde Temmuz 2007'ye kadar porsiyonlarda en fazla 0.5 gr trans yağ kullanabilecek, 1 Temmuz 2008'de de bütün yemeklerde trans yağ kullanımı yasaklanacak. Karar, içinde McDonald's ve Burger King gibi restoran zincirlerinin de bulunduğu 24.000 işletmeyi kapsıyor.
28.03.2007
KARACİĞER YAĞLANMASI
Obezite ve hareketsiz yaşamın, karaciğerdeki yağlanmayı artırarak yaşam kalitesini düşürdüğü bildirildi.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tamer Tetiker, AA muhabirine yaptığı açıklamada, karaciğer yağlanmasının günün en önemli sağlık sorunlarından biri olduğunu, hastalıkla ilgili şikayetlerin her geçen gün arttığını söyledi.
Karaciğer yağlanmasının genel olarak, düzensiz beslenme, alkol kullanımı ve obeziteyle birlikte ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Tetiker, "Yıllar içinde karaciğerin fonksiyonlarının bozulmasına yol açan yağlanma, genel olarak yaşam kalitesini de önemli ölçüde düşürür" dedi.
Teknolojik gelişmeler ve hazır yiyecek tüketiminin obezite sorununu ortaya çıkardığını bildiren Prof. Dr. Tetiker, şöyle konuştu: "Genellikle tesadüfen bulunan karaciğer yağlanması, günümüzde sıkça karşılaşılan bir sağlık sorunudur. Tıp dilinde hepatosteatoz diye anılan hastalık, karaciğer hücrelerinde aşırı yağ birikmesi anlamına gelir. Şişmanlık, şeker hastalığı, bazı ilaçların kullanımları ve alkol kullanımıyla ortaya çıkan yağlanma, devamı halinde ise siroz gibi karaciğerin fonksiyonlarını yitirmesine yol açabilir, hatta ölümle bile sonuçlanabilir."
Spor Yapın, Sebze Ağırlıklı Beslenin
Prof. Dr. Tetiker, karaciğer yağlanmasının önüne geçmek için spor yapmak ve düzenli beslenmek gerektiğini belirterek, "Günlük yaşamda monotonluktan kurtularak, hareketli bir yaşam tarzı benimsenmeli" dedi.
Katı yağların azaltılarak, yağlı yemeklerden uzak durulmasını da öneren Prof. Dr. Tetiker, sebze ağırlıklı beslenilmesi ve alkol kullanımından uzak durulması gerektiğini kaydetti.
Karaciğer yağlanmasından şüphelenilen kişilerde hastalıkların mutlaka araştırılması ve sonuca göre tedaviye başlanmasının önemine dikkati çeken Prof. Dr. Tetiker, yılda bir kez de olsa sağlık taraması yaptırılması gerektiğini sözlerine ekledi.
28.03.2007
DİYABETLİ HASTALARDA AYAK BAKIMI
Diyabetli hastalar ayaklarına gerekli özeni göstermezlerse bir süre sonra ayak hissizleşiyor, ağrı duygusu kayboluyor.
Böylece, ayaktaki enfeksiyonlar ilerliyor, bu da bazen bacağın kesilmesiyle sonuçlanabiliyor.

Diyabet, yani halk arasında şeker hastalarının ayak bakımı şart.
Bu hastalarda kaşıntı, deri kuruluğu ve mantar enfeksiyonları daha sık görülüyor.
Diyabetli hastalar ayaklarında bir süre sonra duyu kaybı yaşıyorlar.
Bu nedenle uzun süre iyileşmeyen yaralar, enfeksiyonlar ayak ya da bacağın kesilmesine kadar ilerleyebilecek ciddi sonuçlar doğurabiliyor.
Keçiören Eğ. ve Arş. Hst.Başhekimi, Ortopedi Uzmanı Doç. Dr. Metin Doğan "Şeker hastası olanlar, çok geniş, yumuşak kauçuk tip ayakkabı, parmakların bulunduğu kısım yüksek ve geniş olmalı. Yine içeriye havalanmasını sağlayan güzel deriler seçilmeli. Hergün hasta ağrı duymasa bile çatlak, yara var mı diye kontrol etmeli. Temiz tutulmalı, sık sık havalandırılmalı, akşamları mutlaka ayaklar yıkanıp, nemlendirici kremle çatlakların önlenmesi gerek" dedi.
Ayrıca uzmanlar, şeker hastalarının çoraplarının da özel olmasını istiyor.
Yumuşak, sıkmayan, dikişsiz, yün veya pamuklu çorapların tercih edilmesi gerekiyor.
Çorapların kırışık olmaması ve ayak üzerinde iz bırakmaması da önemli. Asla çıplak ayakla yürünmemesi de uzmanların önerisi.
28.03.2007
NİKOTİN BANTLARI
Sigara alışkanlığının bırakılması için başvurulan yöntemlerin başında gelen nikotin bantlarının, mutlaka doktor kontrolünde kullanılması gerektiği bildirildi.

Uludağ Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Esra Kurt Uzaslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kanser yapıcı ve kanserin ortaya çıkışını kolaylaştırıcı 4 binden fazla madde içeren sigarada bulunan ve bağımlılık yapan nikotinin, kişinin sigarayı bırakmasını engelleyen en önemli faktör olduğunu söyledi.
Nikotin Sigara İçmeye Başladıktan 7 Saniye Sonra Beyne Ulaşıyor
Araştırmaların, bu bağımlılığın kokain, eroin ve esrarla karşılaştırıldığında daha güçlü olduğunu ortaya koyduğunu ifade eden Uzaslan, nikotinin sigarayı içmeye başladıktan 7 saniye sonra beyine ulaşarak birtakım etkiler yaptığını, kişinin kendisini daha iyi hissetmesini sağlayabildiğini kaydetti.
Uzaslan, kişinin sigarayı bırakabilmesinde en önemli etkenin "karar vermesi" olduğunu belirterek, şöyle konuştu: "Öncelikle karar verilmesi gerekiyor. Sigarayı bırakmak zor, ancak daha da zoru bırakmış kalmak. Önemli olan tekrar başlamamak. Bu nedenle bırakmak ve bırakmış kalmak için destek tedavisi alınabilir ve bu destekte en önemlisi kişinin hekimidir. Hekim ve klinik psikologlar destek olabilir. Böylece bırakma şansı çok artacaktır."
Bağımlılarda sigarayı bırakmayı denediklerinde ortaya çıkan, huzursuzluk, uykusuzluk, gerginlik, düşünceleri toplamada güçlük, aşırı tepki verme, sinirlilik, baş ağrısı gibi durumların ortadan kaldırılması için bazı tıbbı tedaviler olduğunu dile getiren Uzaslan, şunları kaydetti:
"Sigara bırakma yöntemlerinden olan nikotin bantları oldukça emin ve güvenlidir. Ancak, hekim kontrolünde kullanılması çok önemlidir. Çünkü bantları kimin hangi dozda kullanacağına hekim karar vermelidir. Yanlış, düşük veya yüksek dozdaki bantları kullanmak gereksiz riskleri almaya yol açacaktır."
Son 1 ay içinde kalp krizi geçirenler, kalp ritm bozukluğu olan kişiler, hamileler ve süt verenlerin bu bantları kullanmaması gerektiğini vurgulayan Uzaslan, "Bunların dışındakiler bandı hekim kontrolünde kullanabilirler. Nikotin bandı takılıyken sigara içilmesi, bandın olası yan etkilerini oldukça artırır. Bant kullanırken sigara içmeye devam etmek bandın çarpıntı, baş ağrısı, uykusuzluk, kas ağrısı, hazımsızlık gibi olası yan etkilerinin artmasına neden olabilir. Bandın her gün vücudun kılsız değişik bölgesine yapıştırılması gerekir." dedi.
23..03.2007
OBEZİTE
Obezite; yani aşırı şişmanlık, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de giderek yaygınlaşıyor.

Obezitenin önüne geçmek için ise bebeklikten itibaren önlem almak gerekiyor.
Antalya'da düzenlenen 4. Metabolik Sendrom Sempozyumu'nda obeziteye ilişkin sunulan rakamlar, sorunun boyutlarını ortaya koyuyor. Dünyada 1.7 milyar kişi fazla kiloya bağlı kronik hastalık riski altında. 200 milyon kişi de diyabet hastası.
Türk mutfağının geleneksel yapısı ve son yıllarda ayaküstü tüketilen gıdalar, obezitenin Türkiye'de de giderek artmasına neden oluyor.
Daha çok erişkinlerde görülen, "tip iki diyabet" denilen metobolik sendrom ve hipertansiyon gibi hastalıklar, artık çocukluklarda bile görülüyor.
Yetkililer ise bu vahim tablonun önüne geçmek için, anne babaları uyarıyor ve anne sütünün önemine dikkat çekiyor.
Dç Doktor Yüksel Altuntaş, "Türkiye'de öyle cazip bir reklam anlayışı varki bebek mamaları için. Anne sütü olmasa da olur gibi. Bence oradan başlamak gerekiyor mutlaka bu özendirici reklam kontrol edilebilmelidir." açıklamasında bulundu.
Obezite ve şeker hastalığını önleyici özelliği olan anne sütünün iki yaşına kadar verilmesi öneriliyor.
Çocuk ve gençlerin obeziteden korunması için ise, okul kantinlerinde satılan, özellikle ayaküstü atıştırılan gıdalarla şekerli içeceklerin, kontrol altında tutulması gerekiyor.
23.03.2007
HAMİLELİKTE BESLENME
Endüstri devrimiyle dünyanın gündemine gelen çevre kirliliğinin beraberinde getirdiği sorunlar arasında civa zehirlenmesi de bulunuyor.

İngiliz The Guardian gazetesinin, İsveç Çevresel Araştırmalar Enstitüsünün hazırladığı rapora dayandırarak verdiği habere göre, atmosferde endüstri devrimi öncesine oranla üç kat artan civa miktarı, insan sağlığını kimi zaman tehdit edecek ve uluslararası önlemler gerektirecek boyutlara ulaşırken, hamile kadınların kendilerini civanın etkilerinden özellikle korumaları gerekiyor.
Enstitünün yayınladığı raporda, civanın çevresel etkilerinin azaltılması için öncelikli olarak enerji santralleri üzerindeki denetimlerin artırılması ve uluslararası düzeyde işbirliğinin tesis edilmesi gerektiği belirtildi.
Hamileler Balık Yerken Dikkat!
İsveçli bilim adamları tarafından kaleme alınan raporda, özellikle hamile kadınlar, barındırabilecekleri civa miktarları nedeniyle belli balık türlerini tercih etmemeleri konusunda uyarıldı.
Raporda, atmosferdeki kirliliğin, doğal döngü nedeniyle tatlı su kaynakları ve denizlere geri döndüğü, buralarda yaşayan küçük organizmalarca emildiği ve bu canlıları yiyen ton balığı, kılıç balığı ve köpekbalığı gibi türlerde birikme yaptığı belirtildi.
Civanın, özellikle anne karnındaki fetusun gelişimi sırasında tehlikeli olduğuna dikkati çeken uzmanlar, raporda, "Sinir sisteminin oluşumu aşamasında bu maddeye maruz kalınması, kalıcı hasarlara neden olabilir" uyarısında bulundu.
Uzmanlar, adı geçen balık türleri kadar, temel besini balık olan kuş türleri için de aynı uyarının geçerli olduğunu belirttiler.
Civanın yalnızca anne karnındaki bebekler için değil, yetişkinler için de tehlike oluşturduğu belirtilen raporda, son araştırmaların civa ile kardiyo vasküler hastalıklar ve beyinde hasar arasındaki bağlantıyı ortaya koyduğu kaydedildi.
20.03.2007
BEBEK BESLENMESİTıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Kılınç, yemeği zorla yedirmeye çalışmanın, anne ile bebek arasındaki ilişkiyi olumsuz yönde etkilediğini söyledi.

Kılınç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ek gıdalara başlamak için bebeklerde çiğneme fonksiyonunun gelişmesi gerektiğini belirtti. 6-8 ay döneminde bebeklerin dişlerinin çıkmaya başladığını ve bu dönemde ek gıdalara geçilebileceğini ifade eden Kılınç, şöyle konuştu:
"6'ıncı aya kadar anne sütü, bebeklerin bütün ihtiyaçlarını karşılıyor. 6'ıncı aydan sonra ise anne sütü yetersiz kalıyor. Ek besinlere geç bir dönemde geçilmesi, beslenme yetersizliğine ve büyüme geriliğine neden oluyor. Ayrıca fizyolojik açıdan bebekler 6'ıncı aya kadar sadece yutuyor, 6'ıncı aydan sonra ise çiğnemeye başlıyor. Çocuklar diş çıkarmaya başladığından itibaren ek besinlere geçilebilir."
Kılınç, ek besinlere öncelikle sebze ve meyve püresiyle başlamak ve daha sonra çorba ve diğer besinlere geçmek gerektiğini dile getirdi. Bebeğin bu dönemde ek besinlere alışmakta güçlük çekebileceğini, bu nedenle birçok annenin, "çocuğum yemiyor" diyerek telaşa kapıldığını ifade eden Kılınç, şöyle devam etti:
"Bu dönemde annelerin çoğunluğu bebeğin yemek yememesinden şikayetçi olur ve bebeğe besinleri zorla vermeye çalışır. Birçok anne çocuğun dikkatini televizyona ya da oyuncaklara çekerek yemek vermeye çalışır. Ancak bu çok yanlıştır. Bu yanlışı birçok anne yapıyor. Yemeği zorla yedirmeye çalışmak, anne ile bebek arasındaki ilişkiyi olumsuz yönde etkiler. Bebeğin de bir kişiliği olduğu unutulmamalı. Anne ile bebek arasındaki ilişkiyi sıcak tutmak her zaman çok önemli. Bu dönemde zorla yemek yedirilen ve bu şekilde kilo alan bebeklere, 1-1,5 yaşından sonra yemek yedirmek iyice zorlaşır."
Anneler Öncelikle Sabırlı Olmalı
Kılınç, annelerin bebeklerini beslerken çok sabırlı olması ve yemeği yememesi durumunda biraz bekleyerek tekrar denemesi ya da yemeğin tadını farklı besinler katarak değiştirmesi gerektiğini vurguladı.
Yemek konusunda annelerin ısrarcı davranmaması ve mutlaka yemeği bebeğe aç karnına vermesi gerektiğini dile getiren Kılınç, "Ek besinlerin biberonla da verilmemesi gerekiyor. Ek besinleri verirken kaşık kullanılmalı. 7. aydan sonra bebek kıyma ve yumurta da yiyebilir" dedi.
Kılınç, çocuğun bir yaşına geldiğinde aileyle birlikte sofraya oturabileceğini ve ailenin yediği yemeklerden yiyebileceğini belirterek, bebeğin bu dönemde kendisinin yemek yemeye çalışması gerektiğini kaydetti.
20.03.2007
Üzüm Zeka Geliştiriyor
Zeka gelişimine birebir şifa. Üzümün, içerisinde bulunan kalsiyum, şeker, potasyum ve demir gibi maddelerin birçok hastalığa iyi geldiğini bildiren bilim adamları zekayı da çok geliştirdigini söylediler.

Üzümün, içerisinde bulunan kalsiyum, şeker, potasyum ve demir gibi maddelerin birçok hastalığa iyi geldiği belirtildi. Üzüm, yaş olarak tüketildiğinde hazmı kolaylaştırıyor.
Ayrıca, çocukların zeka gelişmesini sağlar, kan yapıcı özelliği vardır.
Dişlerin parlaklığında da etkili olan üzüm, zekaya da etkili... Özellikle okul çağındaki çocukların günde 5-8 tane kuru üzüm yemelerinin zeka gelişimine büyük yararı bulunuyor, enerji veriyor.
Bilimadamları, üzümden elde edilen pekmez ve günbalının da birer şifa kaynağı olduğunu, kış aylarında yeterli miktarda tüketimi halinde soğuk algınlığı, nefes darlığı ve astıma iyi geldiğini belirledi.
Tansiyon İlaçları
Tansiyon ilaçlarının, akciğer kanserinin tedavisinde kullanılabileceği anlaşıldı.
ABD'de yayınlanan "Cancer Research" adlı dergide çıkan makaleye göre, laboratuvarda hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde, kandaki "anjiotensin" hormonunu artıran tansiyon ilaçlarının, akciğer tümörlerini yüzde 30 oranında azalttığı belirlendi.
Wake Forest Üniversitesi'nden Patricia Gallagher başkanlığındaki araştırma ekibinin çalışması, bu ilaçlarla tedavi edilmeyen farelerdeki tümörlerin, aynı zaman dilimi içinde iki kat arttığını gösterdi.
Araştırma ekibinden Ann Tallant, bunun, bu hormonun kanser tümörlerini azalttığına dair ilk çalışma olduğunu belirtti ve bu sonuçların, akciğer kanserinin tedavisi için yeni bir yöntem geliştirilebileceğini düşündürdüğünü vurguladı.
Tallant, "anjiotensin" hormonunun kanseri tedavi etme potansiyelini araştırma fikrinin, tansiyon tedavisi gören hastalar arasında akciğer kanserinin çok az görülmesinden doğduğunu belirtti.
18.03.2007
Çocuk Yaralanmalarında İbuprofen
yapılan bir araştırmada, ibuprofen adlı ağrı kesicinin, çocuklarda bilek burkulması gibi kas ve iskelet yaralanmalarında, acil servislerde yaygın olarak kullanılan diğer 2 analjeziğe göre daha etkili olduğu belirlendi.

Doğu Ontario Çocuk Hastanesi'nin acil servisinde 6 ila 17 yaşındaki 300 çocuk üzerinde yapılan araştırmada, eşit dozlarda ibuprofen, asetaminofen ve kodein verildi.
Acil servise getirilen bu çocuklardan, önce ağrılarını "ağrı yok" ve "şimdiye dek hissetiğim en kötü ağrı" sıralamasına dek çeşitli düzeylerde sıralamaları istendi.
Rastgele seçtikleri çocuklara 3 ilaçtan 1'ini veren araştırmacılar, çocuklara ve ailelerine hangi ağrı kesiciden verdiklerini de açıklamadılar. Tedaviye başladıktan sonra 2 saat boyunca her 30 dakikada bir çocuklardan ağrılarını tarif etmelerini isteyen hekimler, ibuprofen verilen çocuklarda 1 saat sonra daha fazla ağrı kesici talebinin en az düzeyde olduğunu belirlediler.
07.03.2007
Diyeti Doktor Kontrolünde Yapın
Şişmanlık giderek artıyor. Şişmanlıkla birlikte kilo vermeye çalışanlar da hızla çoğalıyor. Ancak sağlıklı zayıflamak çok da kolay değil.

Nitekim, çareyi diyet haplarında arayanların sayısı azımsanmayacak oranda...
Raflardaki giderek daha fazla sayıda tok tutucu ürün yerini alırken, ne kadarı yararlı ne kadarı zararlı sorusunu da beraberinde getiriyor.
Özellikle bir ürün var ki, Çin'den geldiği ve bitkisel olduğu iddia edilen bu yosun hapı yok satıyor.
Hacettepe Üniv. Endokrin Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Selçuk Dağdelen: "Tamamen doğal sandığınız Çin yosunu aranjmanında sentetik ilaç çıkmıştır. Sibutramin labaratuarda keşfedilmiş, sentetik bir üründür. Birileri çin yosununu toplamış, içine de zaten tıbbın ilaç olarak kabul ettiği bir maddeyi iki katı olarak bir tablete koymuşlar. " dedi.
Ruhsatsız, tezgah altında satılan bu ilacı kullananlar çok memnun. İlaç, sinir sistemini uyarıyor, tokluk hissi sağlıyor. Yan etkilerine rağmen kısa sürede kilo verdiriyor.
Prof. Selçuk Dağdelen:"Almanya'da bir vaka var. Bu vaka 6 gün boyunca Çin yosunu "Lida" tüketiyor. Başağrısı, bulantı gibi şikayetlerle doktora başvuruyor. İdrar örnekleri alınıyor. Yaklaşık 2 kat dozda sibutramin ilacı saptanıyor. Bu skandal bir rapordur." şeklinde konuştu.
Sibutramin aslında şişmanlık tedavisinde kullanılan iki ilaçtan birinin etken maddesi. Ancak, doktor reçetesi ile kullanılması gerekiyor.
Bu madde, uygun olmayan kullanım sonucu kalp-damar, sindirim ve merkezi sinir sisteminde, deride, duysal organlarda ağır yan etkilere yol açabiliyor.
Özellikle, bazı anti depresanlar, migren, öksürük ve nezlenin tedavisinde kullanılan bazı ilaçlarla alındığında daha da tehlikeli olabiliyor.
Çin Yosunu, bu yüzden birçok ülkede yasaklamış durumda.
Ancak, bu yosun, Türkiye'de tehlikelerine rağmen internet ortamında ve aktarlarda serbestçe satılıyor. 07.03.2007
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), çocuk felciyle mücadelenin kazanılmasına az kaldığını açıkladı.

DSÖ Genel Direktörü Margaret Chan, mücadeleyi kazanmaya az kaldığını, bununla birlikte mücadeleye devam edilmesi gerektiğini vurguladığı açıklamasında, bu virüse karşı mücadelede edilmezse, virüsün galip geleceğini, çocuk felcinin kökünü kazımak için belki de son fırsatla karşı karşıya olduklarını söyledi.
1988'de 350 bin civarında olan çocuk felci vakasının geçen yıl 2 binin altına düştüğünü belirten Chan, "Çok hassas takip yapıyoruz. Güvenle söyleyebilir ki, virüsün her bir bulaşma kanalını saptayabiliyoruz. Bununla birlikte hala halledilecek birçok zorluk var" dedi.
Çocuk felci, hala Afganistan, Hindistan, Nijerya, Pakistan gibi kamu sağlığı altyapıları bakımında yoksul ülkelerde görülüyor. Bunlara bir de yoksulluk, dini ve toplumsal gerginlikler, çatışmalar ekleniyor. Çocuk felciyle mücadeleye mali destek yapan ülkelerin başında ABD geliyor ve bu ülkenin 2007 için de mali destek sağlayacağı belirtiliyor.02.03.2007
Tüm dünyada yükselen sağlıklı yaşam eğilimleri, bitkilere yönelimi arttırdı. Bu eğileme paralel olarak adaçayı, ekinezya, rezene, nane gibi bitkiler de son dönemde daha çok rağbet görmeye başladı.

Kimi bağışıklık sistemini kuvvetlendiriyor, kimi mideye iyi geliyor, kimi de kolesterolü düşürmeye yardımcı oluyor.
Marketlerdeki çay rafları bile son dönemde farklı bitki çaylarının renkleri ve hoş kokuları ile canlanıyor. Mutfaklarda kaynayan sular bitkilerle hayat buluyor.
Bitkilere ilişkin bilgi veren Hacatepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ömür Demirezer, "Kış dönemine başlamadan ekinezya bitkisini kullanmak ve 10 günlük kür yapmak hastalıklara karşı bağışıklık sistemini güçlendiriyor" dedi.
Meyankökü ise grip, nezle, anjin ve nefes darlığına faydalı. Nane mideyi rahatlatıyor, ıhlamur ise soğuk algınlığına karşı en etkili bitki.
Demirezer, "Yurt dışında ılhamurla ilgili yapılan bir araştırmada aspirinle mukayese edilmiş, çocuklarda, aspirinden ve birçok antibiyotikten daha etkili olduğu ortaya çıkmış" diye konuştu.
Bitkileri Hazırlama Yöntemi Önemli
Bitki çaylarının hazırlanması da ayrı bir önem taşıyor. Aldığınız bitki, çiçek ve yaprak ise klasik demleme usulü ile kabuk ve kök kısımlardan oluşuyorsa kaynatmak doğru bir yöntem. Ancak bitkileri birbirine karıştırmadan içmek gerekiyor.
Bitkileri Kullanırken Doktora Danışın
Öte yandan bitkilerin zararlı etkilerinin de olabileceği asla gözardı edilmemeli.
Prof. Demirezer, bu konuyla ilgili olarak da şunları söyledi:
"Sarımsak çok yararlı denir, ancak çok fazla yenildiği zaman karaciğer enzimlerini arttırıyor, erkeklerde spermlerin etkisini azaltıyor. Rezene de aşırı dozda kullanılırsa saralılarda nöbetlerin ve kasılmaların artmasına neden oluyor. Günde 3-4 bardağı geçmemek lazım."
İşte bu nedenle, bu tür bitkiler kullanılmadan önce mutlaka bir hekime danışılmalı. 02.03.2007
Kanser ilaçlarının üretiminde de kullanılan mantarın, en iyi bitkisel protein kaynağı olduğu ve bünyesinde yağ bulunmadığı bildirildi. 08.02.2007

Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Saadet Büyükalaca, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mantarın çok sayıda faydasının bilinmesine rağmen, tüketiminin yeterli düzeyde olmadığını söyledi.
Mantarın bilinen en iyi bitkisel protein kaynağı olduğunu belirten Büyükalaca, "Vücut, hayvansal gıdalarla, protein kadar da yağ alıyor, ancak mantarda yağ oranı neredeyse sıfır. Mantarla vücut, saf protein alır." dedi.
Mantarın ayrıca vücudun ihtiyacı olan C, B1, B2, B6 ve D vitaminleri açısından da oldukça zengin olduğunu belirten Büyükalaca, mantarın bünyesinde bol miktarda amino asit bulundurduğunu ve kansızlığa da iyi geldiğini ifade etti.
Doğadan toplanan bazı türlerin kanser tedavisinde de kullanıldığını hatırlatan Büyükalaca, bu türlerin tamamen ihraç edildiğini söyledi.
Türkiye'de doğadan toplanarak tüketilebilen 40'a yakın mantar türü olduğunu belirten Büyükalaca, yıllık mantar üretim miktarının ise 30 bin ton civarında gerçekleştiğini söyledi.
Özellikle kültür mantarı yetiştiriciliğinin çok kolay olmasına rağmen yeterince üretimin yapılmadığını vurgulayan Büyükalaca, "Nüfus sayımız çok yakın olan İngiltere'de üretim 300 bin ton, yani bizden 10 kat fazla. Böylesine önemli bir bitkisel ürünün mutlaka teşvik edilerek, daha fazla üretimi ve tüketimi sağlanmalı." dedi.
Kültür mantarının ekimi sonrası yaklaşık 2.5 ay içinde toplanabildiğini belirten Büyükalaca, yılda 4 kez ürün alınabileceğini sözlerine ekledi.
Yaşamımızı olumsuz yönde etkileyen grip ve soğuk algınlığı hakkındaki soruları İstanbul Üniversitesi K.B.B. Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Sami Katırcıoğlu yanıtladı.

Grip Nasıl Bir Hastalıktır, Hangi Yollarla Bulaşır?
Grip, viral bir hastalıktır ve virüslerle bulaşır. En sık bulaşma yolu da tokalaşma, yakın konuşmalar, öpüşme gibi yakın temastır. Bu yüzden grip ve soğuk algınlığından korunma yöntemi olarak ellerin sık sık yıkanması, öne çıkan bir yöntemdir. Ayrıca grip olan insanların kalabalık ortamlarda bulunmaları da diğer insanların enfeksiyon kapmalarına neden olur.
Kimler Risk Altındadır?
Öncelikle kalabalık ortamlarda bulunanlar yüksek risk altındadır. Özellikle yuvaya giden çocuklar, ilkokul öğrencileri, ileri yaştaki insanlar, kalp ve tansiyon hastaları gibi vücut direncinin düşük olduğu insanlar ile hastanelerde çalışan sağlık personeli; hem kalabalık ortamlarda bulunuyor olmaları hem de vücut dirençlerinin kolay düşmesi açısından risk altındadırlar.
Grip Nasıl Tedavi Edilir
Grip enfeksiyonunun başlangıç döneminde antibiyotik kesinlikle kullanılmamalıdır. Çünkü, grip virüslerle ortaya çıkan bir hastalıktır. Oysa antibiyotiklerin virüsler üzerinde etkisi yoktur.
Grip tedavisinde öncelikle istirahat çok önemlidir. Bol C vitamini ve su tüketmenin yanında piyasada anti-gribal olarak satılan ilaçlardan da yararlanılabilir.
Bu ilaçlar poşet halinde sıcak suda eritilerek içilen ilaçlardır. İçinde hastanın ateşini düşürücü, kırgınlığı giderici, burun tıkanıklığını açıcı parasetamol gibi birtakım etken maddeler bulunuyor. En çok kullanılanlardan Tylol Hot gibi anti-gribal ilaçların erken dönemde kullanımı hem gribin daha komplikasyonsuz ortadan kalkmasını hem de daha kısa sürmesini sağlıyor.
Bu nedenle hekimler, bu tarz anti-griballeri hastalara tavsiye eder. Ancak komplike olmuş bir gribal enfensiyon varsa mutlaka bir hekime danışmakta fayda vardır. 07.02.2007
İthal doktordan, atamalara kadar pek çok düzenleme içeren ve "torba yasa" olarak anılan tasarıyı protesto için, bazı doktorlar hastanelerde işi yavaşlattı.
Bütün illerde başlayan hekimlerin "itiraz eylemi" 3 saat sürdü. İş yavaşlatan doktorlar, Meclis'te görüşülecek olan tasarıyı protesto etti.
Torba yasa tasarısı; "İthal hekim", "Zorunlu mali sigorta", "Şef-şef yardımcılığı atamaları" ve "Radyasyon ortamında çalışanların günlük çalışma süreleri" gibi konuları kapsıyor.
Türk Tabipleri Birliği ve Tabip Odaları temsilcileri de, Meclis'e giderek sağlık alanındaki yasal değişikliklere itirazlarını dile getirdi.
TBMM Önünde Eylem
Türk Tabipler Birliği, yabancı doktorların Türkiye'de çalışmasına olanak sağlayan yasa tasarının geri çekilmesini istedi.
Doktorlar, Meclis önünde eylem yaptı.
Türk Tabipler Birliği Genel Sekreteri Altan Ayaz ve birlik yöneticileri, Meclis önündeki eylemin ardından muhalefet partilerinin grup başkanvekillerini ziyaret etti.
CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç, her ülkenin kendi sağlık iş gücünü koruyacak tedbirler aldığını hatırlatarak, Türkiye'de sağlığın adım adım ticari bir alana dönüştürüldüğünü öne sürdü.
ANAVATAN Grup Başkanvekili Muzaffer Kurtulmuşoğlu da, yabancı doktorların Türkiye'deki doktor açığını kapatmaya yetmeyeceğine dikkat çekti.Derya Sarı, 31.01.2007
Ayakta tedavilerde ilaç yardımına ilişkin esaslar yeniden düzenlendi. Buna göre, yüksek fiyattaki antibiyotikler hariç, bir reçetede en fazla 4 kalem ilaç yazılabilecek.
Aynı ilaçtan birden fazla kutu yazılırsa sadece birinin bedeli ödenecek.
Maliye Bakanlığı'nca yayınlanan genelgeye göre, damardan verilen ve merhem şeklindeki ilaçlar bir kutudan fazla yazılabilecek. Ayrıca, bazı antibiyotikler 10 günlük tedaviyi sağlayacak şekilde reçete edilebilecek.
Yeni düzenlemeyle pratisyen hekimler, rapor olması şartıyla tekrar antidepresan ilaçları yazabilecek.
Epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçları bundan böyle çocuk uzmanının yanısıra fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanları da reçete edebilecek. Levent Genç, 31.01.2007
Fransa'nın başkenti Paris'te bilim adamları, dünyanın en büyük Manyetik Yankıyı Görüntüleme sistemini geliştirmenin yollarını arıyor.
Tıpta çığır açabilecek sistemle, beynin sır perdesinin aralanması hedefleniyor.
Paris'in eteklerinde çelik ve camdan inşa edilmiş dev bir binada, bilim adamları günlerdir hummalı bir şekilde çalışıyor.
Bilim adamları, tıpta çığır açabilecek ve beynin sır perdesini aralayacak bir teknolojiyi, dünyanın en büyük Manyetik Yankıyı Görüntüleme sistemini geliştirmenin yollarını arıyor.
Beyinle ilgili hastalıkların tedavisinde çığır açması beklenen teknolojinin adı, manyetik yankılanma görüntü sistemi.
Kısa adı MRI olan sistem, nörolojik ve psikolojik hastalıkların tedavisinde uzmanlara yardım sağlıyor.
Fransız bilim adamları, MRI teknolojisinin sınırlarını zorlayan sistemle beyin hücrelerinin manyetik alanının ölçümünü yapıyor.
Sistemin ortaya çıkardığı yüksek çözünürlükteki görüntüler, uzmanlara, beyinde gün içinde yaşanan etki ve tepkileri görme olanağı tanıyor.
MRI bu bağlamda, sinir sistemiyle ilgili hastalıkların tedavisinde uzmanlara büyük avantajlar sağlıyor.
Sinir hücrelerinin yoğunluğunun azalması ya da bir bölümünün yok olması, beyinle ilgili Alzheimer, Parkinson gibi hastalıkların ortaya çıkmasına neden oluyor.
MRI, hücrelerdeki azalmayı ölçerek, bu tip hastalıkların teşhis ve tedavisinin rahatlıkla yapılmasına olanak tanıyor.
Böylece otizm ve şizofreni gibi psikolojik hastalıkların da tedavisi sağlanabilecek.
02.02.2007
Yayımlanan bir araştırmaya göre, by-pass kalp ameliyatı öncesinde iki hafta yapılan solunum egzersizleri, ameliyat sonrasında zatürree ve diğer akciğer sorunlarının ortaya çıkması riskini azaltıyor.

Amerikan Tıp Derneği dergisinde yayımlanan, Hollanda'daki Utrecht Tıp Fakültesinin çalışmasında, "solunum egzersizlerinin, ameliyat sonrası ölümlerin azaltılmasında etkili olduğu görünen, ameliyat öncesi önemli bir girişim olarak değerlendirildiği" kaydedildi.
Yayına göre çalışmada, ameliyat sonrasında akciğerle ilgili sorunların görülme riskinin fazla olduğu düşünülen şeker hastalığı, sigara geçmişi, kötü öksürüğü, aşırı kilosu ve diğer sorunları bulunan hastalara ağırlık verildi.
Çalışma, 2002 ve 2005 yılları arasında, ameliyat sonrasında akciğer sorunu yaşama riski yüksek olan 279 hastayla yapılarak, bu hastaların bazılarına ameliyat öncesi egzersizler verildi. Bazıları da standart bakım altında tutuldu.
Ameliyat sonrasında akciğer sorunu, egzersiz eğitimi alan hastaların yüzde 18'inde, almayanların ise yüzde 25'inde görüldü. Zatürree oranı ise egzersiz yapan grupta yüzde 6.5 çıkarken, standart bakım alanlarda ise bu oran yüzde 16'yı aştı.
Egzersiz eğitiminin, en az iki hafta boyunca hergün yapılan soluk alıp verme tekniklerini kapsadığı belirtildi.
Çalışmada ayrıca, by-pass kalp ameliyatlarının günümüzde daha yaygınlaşmasına rağmen ameliyat sonrası solunumla ilgili sorunların azalmadığı belirtilerek, bu durumun belki de bu ameliyatın günümüzde akciğer sorunuyla karşılaşma riski yüksek olan hastalarda da daha fazla yapılmasından kaynaklanıyor olabileceği kaydedildi. 06.02.2007
Yabancı doktorların Türkiye'de çalışmasına olanak sağlayan kanun tasarısıyla ilgili tartışmalar sürüyor.
Türk Tabipleri Birliği Başkanı Profesör Gencay Gürsoy, tasarının yasalaşması halinde, Türkiye'nin kalitesiz ve yetersiz eğitim görmüş hekimlerle dolabileceğini öne sürdü.
Gencay Gürsoy, tasarı ile ithal ucuz hekim çalıştırmanın alt yapısının oluşturulduğunu söyledi.
Gürsoy, yurt dışından gelecek hekimlere uygulanacak denklik sınavında, bilimsel kriterlerin uygulanmaması halinde, Türkiye'nin kalitesiz ve yetersiz eğitim görmüş hekimlerle dolacağını ileri sürdü.
Eğitim hastanelerine şef ve şef yardımcılarının atanmasında da sorunlar yaşanacağını savunan Gürsoy, Meclis'te görüşülecek yasa tasarısının geri çekilmesini istedi.
Fransa'nın başkenti Paris'te bilim adamları, dünyanın en büyük Manyetik Yankıyı Görüntüleme (MRI) sistemini geliştirmenin yollarını arıyor. Tıpta çığır açabilecek sistemle, beynin sır perdesinin aralanması hedefleniyor.

Paris'in eteklerinde çelik ve camdan inşa edilmiş dev bir binada, bilim adamları, tıpta çığır açabilecek ve beynin sır perdesini aralayacak bir teknolojiyi, dünyanın en büyük Manyetik Yankıyı Görüntüleme sistemini geliştirmenin yollarını arıyor.
Beyinle ilgili hastalıkların tedavisinde çığır açması beklenen teknolojinin adı, manyetik yankılanma görüntü sistemi.
Sinir Sistemi Hastalıklarının Tedavisinde Büyük Avantaj
Kısa adı MRI olan sistem, nörolojik ve psikolojik hastalıkların tedavisinde uzmanlara yardım sağlıyor.
Fransız bilim adamları, MRI teknolojisinin sınırlarını zorlayan sistemle beyin hücrelerinin manyetik alanının ölçümünü yapıyor.
Sistemin ortaya çıkardığı yüksek çözünürlükteki görüntüler, uzmanlara, beyinde gün içinde yaşanan etki ve tepkileri görme olanağı tanıyor.
MRI bu bağlamda, sinir sistemiyle ilgili hastalıkların tedavisinde uzmanlara büyük avantajlar sağlıyor.
Sinir hücrelerinin yoğunluğunun azalması ya da bir bölümünün yok olması, beyinle ilgili Alzheimer, Parkinson gibi hastalıkların ortaya çıkmasına neden oluyor.
MRI, hücrelerdeki azalmayı ölçerek, bu tip hastalıkların teşhis ve tedavisinin rahatlıkla yapılmasına olanak tanıyor. Böylece otizm ve şizofreni gibi psikolojik hastalıkların da tedavisi sağlanabilecek 06.02.2007
Göz tansiyonu Glokom
Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurşen Arıtürk, halk arasında "göz tansiyonu" veya "karasu hastalığı" olarak bilinen glokomun, dünyada 7 milyon kişinin kör olmasına neden olan yaygın bir göz hastalığı olduğunu belirtti.

Körlük oluşturan göz hastalıkları içinde üçüncü sırada yer alan ve önlenebilir körlük nedenlerinden biri olan glokomun, genellikle 40 yaşın üzerinde görüldüğünü ve çok sinsi seyirli olduğunu dile getiren Prof. Dr. Nurşen Arıtürk, "Hiçbir bulgu vermeden ilerleyebilir. Son evrede görme azlığı ile kendini belli eder. Bu aşamadan sonra tedavi edilse de kaybedilen görme geri gelmez. Erken teşhis edildiğinde hastalığın ilerlemesi önlenebilir. Normal göz muayenesi sırasında tespit edilen anormal göz içi basıncı ilk bulgu olabilir. Bu nedenle 40 yaşından sonra düzenli yapılan göz muayeneleri erken tanı ve tedavi için en iyi yoldur" dedi.
Farklı Glokom Tipleri Var
Farklı glokom tipleri bulunduğunu, bunlardan birinin de ileri yaşlarda ani olarak ortaya çıkan dar açılı glokom olduğunu kaydeden Prof. Dr. Arıtürk, "Dar açılı glokom, şiddetli göz ağrısı, kızarıklık, bulantı ve kusma ile karakterizedir. Acil tedavi gerektirir. Bebeklikte ve çocukluk çağında görülen glokom tipleri ise daha farklıdır. Gözlerde sulanma, ışığa hassasiyet ve gözde büyüme ile karakterizedir" diye konuştu.
Glokomun nedeninin henüz tam olarak bilinmediğini vurgulayan Arıtürk, hastalığın göz tansiyonunun yükselmesine, göz içinde sürekli olarak üretilen göz içi sıvısının (humoraköz) boşalım kanallarının tıkanmasına bağlı olarak dışa çıkamaması ve göz içinde birikmesine neden olduğunu açıkladı.
"Tedavi Mümkün Ama Tamam İyileşme Olmaz"
Glokomun tedavisinin mümkün, fakat tamamen iyileştirilmesinin mümkün olmadığına dikkat çeken Arıtürk, şöyle devam etti:
"Tedaviyle hastalığın hızı azaltılmakta, fakat tamamen iyileştirilmesi mümkün olamamaktadır. Tedavide öncelikle ilaçlar kullanılmakta, yeterli gelmezse lazer tedavisi, sonra da ameliyat yapılmaktadır. Bazen çok ilerlemiş olgularda ameliyat önce tercih edilebilir. Doğuştan glokomu olan bebeklerde durum biraz daha farklıdır. Bu hastalarda tedavide öncelikli seçenek ameliyattır. Bir kez ameliyat yeterli olmayabilir; 2. ve 3. kez ameliyat gerekebilir. Glokom kalp hastalığı gibidir. Oluştuktan sonra yaşam boyunca sizinle birliktedir. Sürekli kontrol altında olmayı ve sürekli düzenli ilaç tedavisini gerektirir. Ameliyat olunsa bile sonradan tekrar ilaç tedavisi gerekebilir. Erken teşhis ve tedavi sizi körlükten koruyacaktır."
Vücudunuzdaki Kanamalar
Hayatları boyunca kadınların cinsel yaşamlarını en fazla etkileyen 3 jinekolojik sorun bulunuyor. Kanama düzensizlikleri, enfeksiyonlara bağlı vajinal akıntılar, kasık ve bel ağrıları.
Her 3 sorunun da büyük bölümüne ait tedavilerin mümkün olduğunu belirten uzmanlar, sağlıklı bir cinsel yaşam için bu belirtilere neden olan hastalıkların tedavisinin şart olduğunu vurguluyorlar.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Hakan Seyisoğlu, kanama düzensizliklerinin ortaya çıkması halinde öncelikle doktora başvurulmasının gerekli olduğunu vurguluyor.
Seyisoğlu ''Normal şartlarda ilk kanamayı takiben yaklaşık 2 yıl içinde adet kanamaları düzene girer. Menopoza yaklaşıncaya kadar da bu düzen devam eder. Buluğ çağında ya da menopoza yakın dönemlerde adet düzensizlikleri çok sık görülür. Bu dönemlerdeki düzensizliklerde belirgin bir anormallik görmezsek pek fazla tedavi yapma gereği duymayız. Bizim için en önemli kanamalar, beklenmedik zamanda ortaya çıkan, düzensiz ve uzun süreli kanamalardır ki mutlaka araştırma ve tedaviyi gerektirir. Bu kanamalar normalden fazla bir kanama şeklinde olabildiği gibi hafif lekelenmeler tarzında da görülebiliyor'' diyor.
Düzensizliğin Nedeni Araştırılmalı
Menopoz döneminden sonra 'miktarına bakılmaksızın' görülen her türlü kanamanın önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Hakan Seyisoğlu, diğer kanama düzensizlikleri arasında 'sık adet görme', 'seyrek adet görme', 'hiç adet görmeme', 'adet ortası kanamalar', 'adet sırasında aşırı kanama ya da az kanama', 'adet süresinin uzun ya da kısa olması' gibi sorunların da yer aldığını belirtiyor. Bunların yanı sıra, rahimde görülen ve selim huylu olarak bilinen 'myom' adı verilen urlar, hormonal etkilerin dışında kanama düzensizliklerinin en sık sebepleri arasında kabul ediliyor.
Takip Edilmeli
Myomlar, yerleşme bölgelerine göre kanama miktarını artırırken, jinekolojik ve ultrason muayenesi sonucunda yeri tespit ediliyor. Rahim içindeki zarın normalden fazla gelişmesi de kanamalara yol açarken, bu zarın özellikle ileri yaşlarda aşırı olarak gelişmesi gözlem altına alınmayı gerektiriyor. Cinsel temastan sonra veya tuvalet sonrası kurulanırken de kanamaların meydana gelebildiğini ifade eden Prof. Dr. Seyisoğlu, şöyle konuşuyor:
'Kanama olsun veya olmasın düzenli aralıklarla yapılan 'smear taramaları' kadın sağlığı açısından büyük önem taşıyor. Eğer yaptığımız muayene, ultrason ya da smear sonuçlarında şüpheli bir görüntüye rastlarsak, yardımcı tanı yöntemlerini kullanırız. Bu amaçla biyopsi yaparak patolojik tanıya gidebiliriz'' diyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nde üç yıl süren bir araştırma sonucu, kanda NT-proBNP adıyla bilinen amino asitler birleşimi düzeyinin kalp krizi ya da felç geçirme riskini ölçtüğü ortaya çıktı.
Amerikan Tıp Derneği dergisinde yayınlanan araştırma sonucuna göre, kanda ölçüm sonucu bu birleşim düzeyi yüksek çıkanlar, düşük düzeyde çıkanlara oranla yaklaşık sekiz katı kalp krizi ya da felç olma riski taşıyorlar.
Bin kişinin katıldığı araştırmayla ilgili bilgi veren California Üniversitesi'nden Bibbins Domingo, bu kan testi sonucu kalp krizi ya da felç riskinin ölçülerek önleyici tedavi yöntemlerine geçilebiliceğini bildirdi.
Testin maliyetinin 20 ila 40 Amerikan doları olduğu kaydediliyor.
Soğuk Algınlığına Karşı Alınacak Tedbirler
Gaziantep Üniversitesi (GAZÜ) öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Erkan Karataş, soğuk algınlığını önlemek için bol bol C vitamini, mentol, sarımsak ve çinko alarak vücut direncinin ve savunma mekanizmasının güçlendirilebileceğini söyledi.

GAZÜ Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Karataş, yaptığı açıklamada, soğuk algınlığının aslında dört mevsim görülebildiğini, daha çok kış aylarında ortaya çıkan, hapşırma, burun akıntısı, boğaz ağrısı ve burun tıkanıklığı ile kendini gösteren, hafif kırgınlık oluşturan, çeşitli virüslerin yol açtığı, hafif seyirli bir hastalık olduğunu anımsattı.
Hastalığa yakalanmamak için öncelikle soğuk ve yağışlı havalarda soğuğa maruz kalmamaya önem verilmesi gerektiğini ifade eden Karataş, "Soğuk ve yağışlı hava, soğuk algınlığı virüsünü getirmez. Daha çok soğuk algınlığı olan bir kişinin burun akıntısının aksırık, öksürük veya elden ele bulaşması sonucunda virüslerin aktarılmasıyla hastalığın yayıldığına inanmamız gerekir. Hapşıran ve öksüren kişilerin elleriyle veya maske ile ağızlarını kapatması gerekir" dedi.
Soğuk havada insanların kapalı mekanları tercih ettiğini, bu tür ortamlarda virüsün bulaşmasının kolaylaştığını anlatan Karataş, kapalı ortamların sık sık havalandırılması gerektiğini söyledi.
Karataş, soğuk algınlığı yapan virüslerin, saatlerce ellerde ve çeşitli eşyada (havlu, mendil, masa) canlı kaldığını, kirli hava, sigara kullanımı, yetersiz ve dengesiz beslenmenin soğuk hava ile birleşince, vücudun direncinin daha çok düşürdüğünü ve virüslerin bulaşmasının kolaylaştığını belirtti.
Bu nedenle ellerin yıkanması, çevrenin temiz tutulması gerektiğini dile getiren Karataş, şöyle konuştu:
"Portakal, limon ve mandalina gibi C vitamini içeren yiyecekler ile birlikte yüksek dozda C vitamini kullanımı, esansiyel yağlardan oluşan mentol, içinde bir sülfür bileşiği olan sarımsak ve çinko alınarak vücut direncimizi ve savunma mekanizmamızı arttırabiliriz. Ayrıca istirahat edilmesi ve stresten uzak durulması da vücut direncinin yeniden kazanılmasına yardım eder. Soğuk algınlığı hastalıklarında organizmanın sıvı ihtiyacı önemli ölçüde artar.
Düzenli biçimde bolca sıvı tüketilmelidir. Sigara savunma sistemimizin çalışmasını yavaşlatır ve daha kolay şekilde hasta olmamızı sağlar. Toplumda alkolün soğuk algınlığına iyi geldiği sanılır ama alkol damarlarda genişlemeler yaparak geçici rahatlama sağlar ve koruyucu tedavide yeri yoktur. Terleme geçici olarak kendinizi iyi hissetmenizi sağlayabilir, çünkü burun ve baştaki dolgunluk hissini giderir. Vücut 3-4 gün içinde virüsleri yok edebilecek antikorlar üretir ve ancak o zaman soğuk algınlığından tamamen kurtulabiliriz."
Cam Tavan Sendromu
Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görür.
Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar.
Metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışır ama başlarını tavandaki cama çarparak düşer.
Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplar, tekrar başlarını cama vururlar.
Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çeker. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenir.
Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır.
Tüm pirel er eşit yükseklikte, 30 cm zıplar!
Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkanları vardır ama buna hiç cesaret edemezler.
Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı "hayat dersi"ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkanları vardır ama kaçamazlar. *Çünkü engel artık zihinlerindedir*.
Onları sınırlayan dış engel kalkmıştır ama kafalarındaki iç engel varlığını sürdürmektedir.
Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını nasıl öğrendiklerini gösterir.
Buna "*cam tavan sendromu*" denir. Bir insanın gelebileceğine inandığı en üst nokta, onun cam tavanıdır.
Cam tavanınız hayallerinizin tavan yüksekliğini gösterir.
Yapabileceğin, yapabileceğini düşündüğün kadardır.
Kalp hastalıklarının arkasındaki sinsi isim olan kolesterolün kontrol altında tutulması gerektiği bildirildi.

Amasya Sabuncuzade Şerefeddin Devlet Hastanesi'nden yapılan açıklamaya göre, kolesterol düzeyinin yüksek olmasının kalp damar hastalığı tehlikesini arttırdığına dikkat çekildi.
Kolesterolün insan vücudunun bütün hücrelerinde bulunan yağ benzeri bir madde olduğu hatırlatılan açıklamada şöyle denildi:
"Kolesterol hücre zarının, bazı hormonların yapımında kullanılır, ancak kanda fazla miktarda bulunması zararlıdır. Kolesterol bir yandan karaciğerde üretilirken, besinlerle de alınır. Et, süt ürünleri, yumurta gibi hayvansal kaynaklı besinlerde kolesterol bulunur, meyve, sebze ve tahıllarda ise bulunmaz. "
Genç kızların yaygın şekilde giydikleri düşük belli ve göbeği açıkta bırakan kotlar, belkemiğinin altındaki sinirlere baskı yaparak kalçalarda ''paresthesia'' adı verilen bir yanma hissine neden oluyor.

ABD'de yayımlanan New York Post gazetesinin haberine göre, genç kızların yaygın şekilde giydikleri düşük belli ve göbeği açıkta bırakan kotlar, belkemiğinin altındaki sinirlere baskı yaparak kalçalarda ''paresthesia'' adı verilen bir yanma hissine neden oluyor.
Gazetedeki habere göre, Kanada'da yayınlanan Canadian Medical Association Journal isimli tıp dergisine bir makale sunan Dr. Malvinder Parmar, göbeği açıkta bırakan kot giyen genç kızları uyararak, eski moda yüksek belli pantolonlara yönelmeleri çağrısında bulundu.
Düşük belli kotların sinirlere baskı yaparak ağrıya neden olduğunu, kalçalarda yanma hissi yarattığını ve belkemiğinde hassasiyete yol açtığını belirten Kanadalı doktor, özellikle arka cepte taşınan kalın cüzdanın bu ağrıyı daha da arttırdığını kaydetti.
Dr. Parmar, kısa süre önce kendisine kalçalarda yanma ve ağrı hissiyle başvuran hafif kilolu 3 genç kadının da 6 ila 8 ay süreyle düşük belli kot giydiklerine dikkat çekerek, bu hastaların 4 ila 8 hafta bol kesimli pantolon giydikten sonra hiçbir şikayetleri kalmadığını belirtti.
Tüm dünyanın yanı sıra New York'ta da son derece moda olan düşük belli kotları satan mağazalar ise Kanadalı doktorun uyarısını fazla ciddiye almadılar.
Mide yanmasına karşı kullanılan bazı ilaçların kemiklerin zayıflamasına yol açtığı bildirildi.

İngiltere'de yapılan geniş kapsamlı bir araştırmada mide ekşimesi ve yanmasına karşı kullanılan bazı ilaçların bir yıldan fazla alınmasının 50 yaş üstündekilerde kalça kırıkları riskini artırabildiği saptandı.
Araştırmacılar, söz konusu ilaçların mide asidini azaltırken kalsiyumun emilmesini zorlaştırdığını belirttiler.
Journal of American Medical Association'da yayınlanan araştırmada, İngiltere'deki 145 bin hastanın kayıtları incelendi. Araştırmada incelenen hastaların ortalama yaşının 77 olduğu belirtildi.
Bu ilaçları bir yıldan fazla kullananlarda kalça kemiği kırılmasının kullanmayanlara göre yüzde 44 daha fazla olduğu saptandı.
İlaçlar ne kadar uzun süre kullanılırsa riskin o kadar fazla olduğu belirtildi. Bir yıldan fazla süre yüksek dozda ilaç kullananlarda riskin 2,5 kat fazla olduğu belirlendi.
Araştırmada, ilaca bağlı kemik kırılmasının erkeklerde kadınlara göre daha fazla görüldüğü de tespit edildi. Bunun nedeninin, kadınların menopozdan sonra kemik erimesine karşı kalsiyum kullanmalarının olabileceği belirtildi.
"Quantum" tekniği ile deri üzerinde ölçümler yapılarak, vücudun geneli hakkında bilgi sahibi olunuyor.

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Anatomi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Ahmet Kalaycıoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, quantum fiziğinden yararlanarak üretilen quantum tekniğinin, vücutta gözle görülemeyen her türlü değişikliği tespit ve tedavi amaçlı kullanılan modern bir tıp metodu olduğunu söyledi.
Kalaycıoğlu, "Bozulmayı tespit amaçlı değerlendirebileceğimiz en küçük birim hücredir. Bugünkü tıp ve fizik bilgilerimize quantum fiziği kökenli tıp tekniği girmesi ile artık bizler hücre düzeyinde değerlendirmeler yapabiliyoruz. Bu da bize vücuttaki bozulmalar henüz hastalık haline gelmeden, yakalama ve bunu tedavi etme fırsatını vermektedir" dedi.
Vücutta hasarlar başlamadan, erken teşhis ve tedavi olunması durumunda hem sağlıklı hücrelere yardım edileceği, hem de canavar hücrelerin oluşmasına engel olunabileceğini kaydeden Kalaycıoğlu, "Bu konuda quantum tıbbının en büyük faydası, yarım saat gibi kısa bir sürede sadece derideki elektriksel aktiviteyi ölçerek vücudunuzun her organının durumunu gözler önüne sererek size tedavi protokolünü sunmasıdır" diye konuştu.
Teknik Yüzde 80-90 Doğru Bilgi Veriyor
Yapılan ölçüm sırasında ve sonrasında teyit edilmesi gereken özel konu ve tanılar için hekim önerisiyle klasik tıbbın ve teknolojinin imkanlarından faydalanılabileceğine işaret eden Kalaycıoğlu, "Bu metotla yapılan çalışmalarda yüzde 80-95 oranında doğru bilgi veriliyor. Geri kalan kısım ise sadece uygunsuz şartlarda ölçüm yapılması veya özel nedenlerden kaynaklanmaktadır" dedi.
Gecikmiş olmamak kaydıyla 200'e yakın hastalıkta quantum tekniğinin tedavi amaçlı kullanılabildiğini ifade eden Kalaycıoğlu, şunları kaydetti: "Tüm vakalarda mevcut kullanılan ilaçlara devam edilmesi, ilaç kullanılmıyorsa hekim tarafından değerlendirilen ilaçların kullanılması öneriliyor. Çünkü yapılan çalışmalarda, kullanılan ilaçlarla birlikte quantum tıbbı tatbik edilen vakalarda iyileşmenin hızlandığı, daha az ilaç tüketildiği, kullanılan ilaçtan daha yüksek verim alındığı gözlenmiştir." şeklinde konuştu.
Kalaycıoğlu, quantum tedavisinin, kan akımını artırmak, iltihap gelişmesini önlemek, bağışıklık sistemini uyarmak ve hedefe yönlendirmek, ağrıyı azaltmak, kolojen sentezini artırmak, bazal metabolizmayı artırmak, genç ve dinç kalmak gibi yöntemlerde kullanılabildiğini de söyledi.
Quantum rehabilitasyon terapide, kompleks ve ağır ameliyatlar, uzun süreli radyasyon veya kemoterapi uygulama sonrası hemen tatbik edildiğinde, normal iyileşme sürelerini 2-3 kat azaltabildiğinin görüldüğünü belirterek, "Quantum teknolojisi sporcuların, savaşa katılan askerlerin ve afet sonucu yaralananların psikolojik durumlarını geliştirir. Geriatri dalında yapılan ciddi araştırmalara göre, quantum tıp rehabilitasyon ve önleyici terapilerinin insan ömrünü 7-12 yaş uzattığı kanıtlanmıştır" diye konuştu.
İlaçla Beraber Uygulandığında İlacın Etkisini Artırıyor
Kalaycıoğlu, quantum metodunun, beraber uygulandığında ilaç tedavisinin etkisini arttırdığını, bir süre sonra ilaç kullanımının miktarını azalttığı hatta tamamen kaldırdığını ifade ederek, "İyileşme süresinin zamanını 2-3 kat azaltır. Hastanede yatan hastaların tedavi süresini azaltır, ayakta tedavi edilen hastaların tedavi imkanlarını zenginleştirir. Hastalıktan korunma katsayısını arttırır" dedi.
Quantum tekniğinin dünyada 30'dan fazla ülkede kullanıldığını belirten Kalaycıoğlu, "Rusya, İsviçre, Almanya, Danimarka, Fransa, ABD, Kanada, Norveç, İsveç, Kore, Polonya, Tunus gibi ülkelerde 9 bin 800'e yakın merkezde bu teknik kullanılmaktadır. Türkiye'de Trabzon'da resmi olarak hizmete başlamıştır. Bu bölge adına ve ülke adına büyük bir atılımdır" diye konuştu.
Rüzgarlı havalarda, karbonmonoksit zehirlenmeleri can alıyor.

Uzmanlar, bir kaç basit tedbirin zehirlenmeleri önleyebileceğine dikkat çekiyor.
Özellikle Lodos'un etkili olduğu Marmara Bölgesi'nde karbonmonoksit zehirlenmeleri sıkça yaşanıyor.
"Beyaz ölüm," olarak bilinen karbonmonoksit zehirlenmesinde, kişi zehirlendiğinin farkına varamıyor.
İlk on beş dakikada müdahele edilmemesi halinde ise ölüm kaçınılmaz.
Ancak basit bir kaç tedbir zehirlemeyi önleyebiliyor. Bunun için bacanın rüzgar almaması, binalara yakın bacaların yan binanın üst katlarına en az bir metre yukarı çıkması gerekiyor.
Yatmadan önce sobadaki ateşin söndürülmesi, yatılan odalarda soba bulundurulmaması, küllüklerin dolu olmaması ve baca temizliği de tavsiye edilen tedbirler arasında yer alıyor.
Türkiye'yi etkisi altına alan soğuk hava, zatürre açısından risk oluşturuyor.

Her yıl 500 bin kişiyi etkilediği tahmin edilen zatürre hastalığı, çocuklar, yaşlılar ve kronik sağlık problemleri olan kişiler için hayat risk oluşturuyor.
Türkiye'deki ölüm sebepleri arasında beşinci sırada yer alan zatürre tipik ve A tipik olmak üzere ikiye ayrılıyor. 30 farklı mikroorganizmanın sebep olabildiği zatürreden korunmak için kapalı ortamların sık sık havalandırılmasını öneren uzmanlar, sigara içenleri de ayrıca uyarıyor.
Kronik akciğer hastalığı, diyabet, böbrek yetmezliği gibi hastalıkları olan kişilere zatürreden korunmak için aşı yaptırmaları tavsiye ediliyor.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, depresyonun, insan sağlığını en çok tehdit eden 4. hastalık olduğunu belirtildi.

Türkiye'de de 15 milyon kişinin bu hastalığa yakalanma riski bulunduğu varsayılıyor ve her 5 kişiden 1'inin yaşamının bir döneminde depresyona girdiği belirtiliyor.
Ekonomik problemlerin depresyonu tetiklediğinin bilimsel bir gerçek olduğunu vurgulanan raporda, işsizlik ve geleceğe yönelik kaygılar, güven duygusu azlığı, bireyin yaşamında ortaya çıkan ani ve şiddetli değişikliklerin depresyonun gelişmesini artırdığına işaret ediliyor.
Bunların yanı sıra, örf, adet ve geleneklerin bireyler üzerinde oluşturduğu baskı ve aile yapısının değişmesi sonucu bireyin yalnızlaşmasının da depresyon gelişimini tetiklediği vurgulanıyor.
Hastalığın doğru teşhis ve etkin bir tedaviyle minimum 6-8 ayda, ortalama 1.5 yılda tedavi edilebildiği belirtilerek, bugün bilinen en etkili tedavi yönteminin ''psikoterapi'' ve ilaç tedavisi olduğu öne çıkarılıyor.
Antidepresan ilaçlarla yapılan tedavilerin, bilinenin aksine hastalar üzerinde çok ciddi bir risk oluşturmadığına da dikkat çekiliyor.
Çeşitli nedenlerle çekilerek eksiltilmiş dişlerin boşluğunun mutlaka yapay bir dişle doldurulması gerektiği aksi durumda, sindirim sistemi ve konuşma bozukluğu, çene eklemi rahatsızlığına neden olabileceği bildirildi.

Kocaeli Diş Hekimleri Odası Başkanı Murat Özyıldırım, sağlığın diğer alanları gibi ağız ve diş sağlığının da toplum sağlığının ayrılmaz parçası olduğunu söyledi.
Özyıldırım, çeşitli nedenlerle çekilerek eksiltilmiş bir diş boşluğunun mutlaka yapay bir diş ile doldurulmasının önemli olduğunu belirtti.
Murat Özyıldırım "Çekilerek eksiltilmiş diş boşlukları mutlaka yapay bir dişle doldurulmalı, aksi halde sindirim sistemi, konuşma bozukluğu, çene eklemi rahatsızlığı ile çirkin görüntüye neden olabilir." dedi.
Özyıldırım, birkaç diş eksikliğinin kaplamalı köprülerle sabit bir şekilde, çok diş eksikliklerinin çıkarılıp takılabilen yarım damak protezlerle tamamlanabildiğini, bir başka yöntemin de diş ekme yöntemi olduğunu kaydetti.
Şeker hastalığında kaygı verici bir yükseliş yaşanıyor. Dünyadaki 200 milyon diyabetli sayısının, 2025 yılında 333 milyona ulaşması bekleniyor.

Türkiye'de ise 4 milyon diyabet hastası var. Tüm yaş gruplarında görülen diyabet hastalığına ilişkin bu sayı her geçen gün artıyor.
Bu yükselişe ilişkin bilgi veren Doç. Dr. Sabri Sayınalp, "Diyetlerimizde, yiyeceklerimizde, diyabete yol açan fazla kalorili, fazla şekerli, fazla yağlı gıdaları çok fazla tüketiyoruz. Hatalı beslenme ve egzersiz olmayışı nedeniyle diyabet sıklığı giderek artmakta" dedi.
Diyabet, en sık ölümlere neden olan kalp ve damar hastalıklarından, böbrek yetmezliğine kadar bir çok hastalığın da tetikleyicisi.
Şeker hastalığından korunmanın yolu dengeli beslenmeden ve egzersizden geçiyor. Bunun için kırmızı et yerine beyaz et ve sebze tüketimi, haftada en az üç gün 45 dakika egzersiz öneriliyor.
Türkiye'de uyuşturucuya başlama yaşı 15'e kadar düştü.

Madde bağımlılığının temel nedenlerinden birinin (aile içi iletişimsizlik) olduğu vurgulanıyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün konuyla ilgili raporu, acı bir gerçeği de ortaya koydu; "Bağımlıların yüzde 72'si tedavi olmak istemiyor".
Rapora göre kullanıcıların yüzde 97'si erkek. Yüzde 57'si uyuşturucu madde ile 15-24 yaş arasında tanışıyor, yüzde 16'sı ise 14 yaşın altında uyuşturucuya bağımlı hale geliyor.
Yarıdan çoğu, ilkokul mezunu, eğitim düzeyi yükseldikçe uyuşturucu kullanım oranı azalıyor.
Gençler bu maddelerle genelikle arkadaş ortamında tanışıyor. Uyuşturucunun en çok kullanıldığı yerler ise ev ortamı, eğlence mekanları ve terk edilmiş yerler.
Rapora göre bu konuda en çok ailelere ve gençlerin yakın çevresine görev düşüyor. Uzmanlar, uyuşturucu kullanan kişilerde bitkinlik, dalgınlık, uyuklama, konuşma güçlüğü, terleme, dengesizlik, gözde kanlanma, yürüme bozukluğu ve solunum güçlüğü gibi belirtiler görüldüğüne dikkat çekiyor.
Bunun yanı sıra ilgi ve istek kaybı, başarıda azalma, içe kapanma, aşırı para harcama, suç işleme eğilimi ve evden uzaklaşma da gözlemleniyor.
Uyuşturucu kullanan gençlerin büyük bölümü parçalanmış, baskıcı ya da ilgisiz ailelere sahip.
Çocuğunuza Daha Fazla Zaman Ayırın
Raporda, ailelere şu tavsiyelerde bulunuyor:
- Çocuğunuzu sıkmadan ona ilgi gösterin ve daha fazla zaman ayırın,
- Çocuğunuzu iyi gözlemleyin, kimlerle ilişki kurduğunu izleyin,
- Çocuğunuza öfke ile yaklaşmayın, kötü davranmayın ve onu suçlamayın,
- Sorunu görmezden gelmeyin, uzmanlardan yardım alın.
Evlerindeki fayans, mermer ve marley gibi cisimleri beyazlatmak için tuzruhu ve çamaşır suyunu karıştırarak kullanmanın sağlık açısından büyük tehlike oluşturduğu bildirildi.

Atatürk Üniversitesi (AÜ) Aziziye Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Metin Görgüner, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ev hanımların, mermer, fayans ve marleyleri parlatma uğruna yaptıkları çamaşır suyu ve tuzruhu karışımının çok zararlı olduğunu söyledi.
Görgüner, çamaşır suyu ve tuzruhunun karışımı sonucu yoğun şekilde klor gazının açığa çıktığını belirterek, şunları kaydetti:
"Tuzruhu ve çamaşır suyunun karıştırılması sonucunda oluşan klor gazı, fayans, mermer ve marley gibi maddeleri parlatmada çok etkilidir. Özellikle ev hanımları temizlik yaparken, tuzruhu ve çamaşır suyunu karıştırmamaya dikkat etmedirler. Ev hanımları temizlik yaptıkları sırada kendilerine verdikleri zararı göz ardı ediyorlar."
Klor gazının hava yollarında suyla birleştiği zaman hidroklorik asit haline geldiğini anlatan Görgüner, "Hidrolik asit en kuvvetli asitlerdendir. Bu asit, solunum yollarında çok belirgin hasara yol açar" diye konuştu.
-MARUZ KALINAN ORTAM VE SÜRE...-
Görgüner, klor gazına maruz kalınan ortamın ve etkilenme süresinin de önemli olduğunu söyledi.
Havasız, küçük ve kapalı ortamlarda olumsuz etkinin daha fazla hissedileceğini belirten Görgüner, 2 yıldan fazla uygulamanın etkisinde kalanlarda zararın daha belirgin olarak görüldüğünü ifada etti.
Görgüner, uygulamanın etkisinde kalan vatandaşlarda reaktif havayolları disfonksiyon sendromu olarak adlandırılan astım benzeri bir tablonun oluştuğunu kaydetti.
Bu tip hastalarda hafif etkilenmelerde bile daha sonradan astımlı hastalarda görülen özelliklere rastlanabileceğini bildiren Görgüner, "Söz konusu hastalarda tıpkı astımlılar gibi en ufak bir koku, parfüm gibi maddeye temasta nefes darlığı yaşayabilirler" dedi.
Görgüner, söz konusu karışımın solunum yolunun yanı sıra akciğer ve kalp rahatsızlığı olanları da olumsuz etkilediğini sözlerine ekledi.
Beyin kanaması ile ölüme yol açan yüksek tansiyona dikkat. Türkiye'de yaklaşık 15 milyon kişide görülen yüksek tansiyon kendini çok iyi gizleyebilen bir hastalık.

Bu yüzden uzmanlar belli bir şikayet olmasa da düzenli tansiyon kontrolü yapılması konusunda vatandaşları uyarıyor.
Yetişkin bir insanda kan basıncı değeri 12'ye 8 olmalı. Yüksek tansiyon hastalarında ise, kan basıncının sürekli 14'e 9'un üzerinde olduğu görülüyor.
Ülkemizde her 3 kişiden birinde görülen yüksek tansiyonun 18 yaş üzerinde rastlanma sıklığı ise yüzde 31,4. Bunların sadece yüzde 40'ı rahatsızlığının farkında.
Yüksek tansiyonun belirtileri şöyle sıralanıyor:
Baş ağrısı, çarpıntı, çabuk yorulma, baş dönmesi, burun kanaması, yürürken ya da merdiven çıkarken zorlanma, sık idrara çıkma ve bacaklarda şişlik.
Kan basıncı yükseldiğinde ise çift görme, dilde peltekleşme, yüzde veya vücutta karıncalanma gibi değişiklikler yaşanıyor. Buna rağmen yüksek tansiyon kendini çok iyi gizleyebilen bir hastalık. Yani, hasta olsanız bile bu belirtilere rastlamayabiliyorsunuz.
"Yılda Birkaç Kez Tansiyonunuzu Ölçün!"
Belirti yoksa hastalık ancak kan basıncı ölçümü ile tespit edilebilir. Bu yüzden şikayeti olan olmayan herkesin yılda en az birkaç kez tansiyonunu ölçtürmesi gerekiyor.
Tedavi edilmeyen yüksek tansiyon kalp krizi veya felç riskini artırırken kalp ve böbrek yetersizliği ile ölüme de yol açabiliyor.
Hastalar ilaç kullanımının yanısıra yaşam biçimine de dikkat etmeli. Sigaradan uzak durulmalı, tuz tüketimi azaltılmalı, öğünlerde meyve ve sebzenin tercih edildiği bir yaşam biçimi benimsenmeli.
Doğumlarda bebek ve anne sağlığını en iyi şekilde korumak için geliştirilen yöntemlere, Peru'da bir yenisi eklendi.

Söz konusu uygulamada, hamile anne, yunus terapisi görüyor.
Yunusları yalnızca görmek bile pek çok kişiyi mutlu etmeye yetiyor. Bunun farkına varan Perulu uzmanlar, mutluluk yayan bu hayvanlarla doğum öncesi terapi yöntemini geliştirdi.
Ülkenin başkenti Lima'daki bir otelin havuzunda gerçekleştirilen ve adına, Walwawawa denilen terapide, biri dişi , biri de erkek olan iki yunus, bakıcıları tarafından yönlendiriliyor ve havuzun kenarına oturan hamile annenin karnındaki bebekle iletişim kuruyor.
Uzmanlara göre, kendilerine özgü sesler çıkararak henüz doğmamış bebekle iletişim kuran yunusların bu terapisi bebeklerin ruh ve fizik sağlığına önemli katkılar sağlıyor. Çünkü yüksek frenkanslı yunus sesi insan beynine olumlu etkili etmekle kalmıyor, bu etki annenin beyninden cenine aktarılabiliyor.
Anneler de yunusların seslerinin adeta içlerine işlediğini ve terapi sonrasında kendilerini çok iyi hissettiklerini söylüyor.
Yunusların olumlu etkileri aslında farkına yeni varılmış bir olgu değil. Daha önce de, bir üniversite, yapmış olduğu araştırmayla, yunus sesleri dinletilen kişilerin ruh sağlığının düzeldiğini ortaya koymuştu.
Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü'nce başlatılması öngörülen "Gebelerde Demir Destek Programı", anemiye bağlı oluşabilecek komplikasyonların önlenmesi amaçlanıyor.

Gebe kadınlara her gün 50-60 miligram demir preparatı verilmesini öngören program 1 Kasım'da başlatılacak.
Program kapsamında, "demirin uygulanmayacağı hastalıklar" hariç ayrım yapılmaksızın her gebeye demir desteği yapılacak.
Sosyal güvencesi olan gebelerin ilaçları reçeteyle, güvencesi bulunmayan gebelerin ilaçları ise yerel kaynaklarca karşılanacak.
Programla, kadınlara gebeliğin 4. ayı ile doğumdan sonraki 3 ayı kapsayan 9 aylık sürede, koruyucu amaçlı demir içeren tablet verilecek.
Tuna Valsi, 5. Senfoni ve İbrahim Tatlıses'in bazı türkülerinin sara nöbetlerini tetiklediği belirlendi. Bunun nedeni ise tam olarak bilinmiyor.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdal Işık, yaptığı açıklamada, bazı müziklerin sara nöbetini tetiklemesinin beynin dominant olmayan yarım küresiyle ilişkili olduğunun ileri sürüldüğünü söyledi.
Dostoyevski'nin sara nöbetlerinde olduğu gibi nöbet öncesi kısa süreli ve kişiye zevk veren haberci dönemlerinin izlenebilmesi, bu nöbetlerde beynin yan ve duygularla ilişkili limbik sisteminde de rolü olabileceğini düşündürdüğünü ifade eden Işık, beyin işlevini ortaya koyan çalışmalarda ise ses, ritim, melodi ve armoninin müzik kulağının beynin sağ yarım küresiyle ilişkili olduğunu belirtti.
Sesin şiddetindeki değişmelerin ya da müzikle öğrenme ve düşünceleri müzikle harekete geçirme gibi düşünce kalıplarının beynin sol yarım küresiyle ilişkili olduğunu bildiren Işık, duyguların müzikle ifade edilmesi gibi yaşantıların da beynin duygularla ilgili limbik sistemiyle alakalı olduğunu kaydetti.
Depresyon gibi izlenen mutsuzluk duygusu üzerinde hızlı ritimli müzik parçalarının olumlu rol oynayabileceğinin düşünüldüğünü bildiren Işık, müziğin türüne göre gevşeme, hatta sakinleştirici etkisinin olduğunu belirtti.
Işık, müziğin bulimia ve anorekside yiyecek saplantısının yerine konabileceğini, diğer kişilerde ise iletişim kurma ve uğraşı tedavisinde, bunama olan kişilerde de kişiyi dış dünyaya bağlayan bir aracı olarak kullanılabileceğini bildirdi.
Türkiye, yılda kişi başına 200 kilo ekmek tüketimiyle, Guinness Rekorlar Kitabının 2007 yılı basımında "en çok ekmek tüketen ülke" olarak yer aldı.
Guinness Rekorlar Kitabı eski Türkiye fahri temsilcisi Prof. Dr. Orhan Kural, yaptığı açıklamada, Guinness Rekorlar Kitabı'nın 2007 yılı kitapçığında Türkiye'nin sadece bir konuyla yer aldığını söyledi.
Kitapçıkta Türkiye'nin en çok ekmek tüketen ülke olarak bulunduğunu belirten Kural, "Kitapçık henüz yeni yayımlandı. Burada Türkiye, kişi başına yılda 200 kilo ekmek tüketimiyle yer aldı. 2006 yılı kitapçığında ise 6 ayrı rekorla yer almıştık" dedi.
Guinness Rekorlar Kitabının 2007 basımında, yılda kişi başına en çok tüketilen ürün ile yer alan diğer ülkeler şöyle:
Et: Arjantin (56,3 kilo)
Bira: Çek Cumhuriyeti ( 157 litre )
Elma: Moldova (79,9 kilo)
Donmuş et: Norveç (35,5 kilo)
Peynir: Yunanistan (27,5 kilo)
Şarap: Lüksemburg ( 79,5 litre )
Mısır gevreği: İsveç (10,4 kilo)
Bal: Güney Afrika (2 kilo)
Dondurma : Avustralya ( 16,6 litre )
Çay: İrlanda (2,6 kilo)
Çikolata : İsviçre (11,5 kilo)
Ani bebek ölümü sendromundan yaşamını yitiren bebeklerde, beynin solunum ve nabzı kontrol eden bölgesinde anormallikler olduğu gözlendi.

Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan araştırma, ani bebek ölümü sendromunun önlenmesini mümkün kılacak bir başlangıç olarak niteleniyor.
Ani bebek ölümü sendromu, 1 yaşından küçük bebeklerde görülüyor, otopside nedeni saptanamıyor.
Beşik ölümü olarak da biliniyor ve gelişmiş ülkelerde bir yaş altında en sık görülen ölüm nedeni.
Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan yeni bir araştırma, ani bebek ölümü sendromunun biyolojik nedenleri olduğuna işaret ediyor.
Araştırmacılar bu sendromdan ölen bebeklerde, omurilik soğanının alt kısmında solunum, nabız, vücut ısısı ve uyanmayı düzenleyen bölgedeki beyin hücrelerinde anormallikler tespit etti.
Bu bebeklerin beyinlerinde bir hücreden diğerine mesaj ileten yüzden fazla kimyasaldan biri olan sinir ileticisi serotonin kimyasalıyla ilgili sorun olduğu saptandı.
Serotonin sisteminin düzgün çalışmamasının, bebeklerin soluk alma veya kalp atışını düzenlemede soruna neden olabileceği belirtiliyor.
Uzmanlar, bulguların tedaviye yönelik çalışmalara önderlik edeceği görüşünde.
Bu çerçevede , doğum öncesi veya doğum sonrası testlerle bebeklerin serotonin sorunlarının belirlenebileceği ve muhtemel bir hastalığı önleyecek tedbirler alınabileceği yorumları yapılıyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırma, erkeklerde prostat kanserinin erken teşhisinde ve cinsinin belirlenmesinde kısa adıyla PSA olarak bilinen "prostate specific antigen"in artış hızının önemli bir gösterge olduğunu ortaya koydu.
Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü NCI tarafından yayınlanan dergide açıklanan araştırma sonucuna göre, kanda PSA düzeyinde artış hızının izlenmesiyle prostat kanseri oluşumu tedavi edilebilir aşamada belirlenebiliyor.
PSA ölçümü prostat kanserinden şüphe edilmesi durumlarında yapılıyor, ancak asıl teşhis biyopsi yöntemiyle konuluyor.
Bu yeni araştırma, PSA oranında artış hızının, prostat kanserinin cinsi ve tedavi yönteminin belirlenmesinde oynadığı önemli rolü ortaya çıkardı.
John Hopkins Üniversitesi'den Doktor H. Ballentine Carter, "Bu testle yalnızca prostat kanseri teşhis edilmiyor, ne ölçüde ilerleyeceği de belirleniyor." dedi.
Doktor Carter, erkeklerin 40'lı yaşlarda PSA ölçümü yaptırmalarını önererek ileride bu ölçümün esas alınarak artış hızının izlenmesiyle teşhis ve tedavi yönteminin belirlenebileceğini belirtti.
Minnesota Üniversitesi'nden Doktor Timothy Church, bu çalışmanın prostat kanserinin teşhis ve tedavisinde alınan yolda yeni bir adım olduğunu bildirdi.
Araştırma, 20'si prostat kanserinden ölen, 104'ü ise bu kanseri yenen 980 erkeğe ait ve tarihi 1958 yılına kadar geriye giden dondurulmuş kan örnekleri incelenerek yapıldı.
Yoğurt kilo vermek isteyenler için ideal bir besin kaynağı.

Yararları saymakla bitmeyen yoğurdun, yağ yakma özelliğiyle çabuk kilo vermek ve özellikle karın bölgesindeki fazla kilolardan kurtulmak isteyenler için ideal bir besin olduğu belirlendi.
ABD'de yapılan bir araştırmada, düşük kalorili rejimlerine yoğurt seçeneğini ekleyen ve günde üç öğün yağsız yoğurt yiyen aşırı kiloluların, yoğurtsuz bir diyet programı uygulayanlara oranla % 22 daha fazla kilo verdikleri ve % 61 daha fazla yağ yaktıkları tespit edildi. Yoğurt yiyenlerin ayrıca, karın bölgelerinde % 81 daha fazla yağ yaktıkları ortaya çıktı.
Tennessee Üniversitesi'nde yapılan araştırmaya katılanlardan Dr. Michael Zemel, yoğurt yiyenlerin kas kütlesinin de diğerlerine oranla iki kat fazla koruduklarını belirtti.
Yeniyılzedelere Öneriler

Yılbaşı gecesi, yeni bir yıla girmenin getirdiği heyecan ve mutlulukla yemeği ve içkiyi fazla kaçıranların, ertesi gün yediklerine dikkat etmeleri gerektiği bildirildi.
Aile hekimliği uzmanı Dr. Ender Saraç, yılbaşı gecesi çoğu insanın ya eğlence yerlerine giderek ya da evlerinde yiyip içerek yeni bir yıla girmenin mutluluğunu yaşadığını söyledi.
Gece boyunca fazla yemek yenilmesi veya içki tüketilmesi nedeniyle birçok insanın yeni yılın ilk gününe pek de iyi başlayamadığını ifade eden Saraç, güne baş ağrısı ve mide bulantısı gibi rahatsızlıklarla giren "yeniyılzedelere" bazı önerilerde bulundu.
Saraç, normalde daha erken yatmaya ve hafif yemeye alışkın olan kişiler için yılbaşı sabahının bir kabusa dönüşebileceğini ifade ederek, "Eğer gece alkol alındıysa, enginar hapları ve ılık ballı suyla karaciğer kuvvetlendirilebilir. Tekrar alkol alınması ise büyük bir hata olacaktır" dedi.
Karaciğer ve sindirim sisteminin dinlenmesinin büyük önem taşıdığını vurgulayan Saraç, yeni yılın ilk gününde özellikle alkole bağlı baş ağrısından yakınanların "Çuha çiçeği yağı" hapı almalarının faydalı olacağını belirtti. Dr. Saraç. "Bu haplar, baş ağrısını azaltacaktır. Aslında bu haplar alkol tüketiminden sonra gece yatarken alınırsa, ertesi gün daha rahat ve baş ağrısız veya daha az bir baş ağrısıyla kalkılır." diye konuştu.
Saraç, yılbaşı gecesi alkolü, yemeği, mezeleri, tatlıyı fazla kaçıranların ertesi gün ağır yağlı ve kızartmalardan, alkolden, gereksiz kimyasal ilaçlardan, sigaradan, asitli içeceklerden, aşırı ve ağır tatlılardan kaçınması gerektiğine dikkati çekti.
Özellikle zerdeçalın, alkol alan kişilerde karaciğerden toksin atılması için oldukça yararlı olduğuna değinen Saraç, "Eğer bir gün önce karaciğeri hırpalayacak şekilde ağır yemek yenildiyse veya fazla alkol tüketildiyse daha sonraki gün aralıklı olarak 2-3 kahve kaşığı toz zerdeçal, balla karıştırılıp macun gibi yutulmalı. Balla zerdeçal karışımı, karaciğerin toksin atmasını ve kendini temizlemesine yardımcı olur" dedi.
Yararlı Baharatlar
Yeni yılın ilk gününde yemeklerle birlikte bol nane, dereotu, kekik ve tarçın tüketilmesinin de yararlı olacağını anlatan Saraç, şunları kaydetti:
"Yılbaşı gecesinin ertesinde fazla miktarda kırmızı pul biber, tuz ve ekşi tüketilmemeli. Önemli olan arada bir abartarak eğlenilse, yenilse ve içilse de bu durumu bir alışkanlık haline getirmemek ve bir sonraki gün bedeni rahatlatmaktır. Yoksa her zaman insanın aralarda yiyecek ve içecek kaçamakları yapmaya ihtiyacı vardır. Önemli olan dengeyi bozmamaktır. Çünkü denge bozulursa zamanla hastalıkların önü açılmış olur."
'Geceden Kalanlara' Beslenme Listesi
Dr. Ender Saraç, "Geceden kalanlara" 1 Ocak 2006'da şu diyeti önerdi:
"Sabah: 1 bardak ılık ballı limonlu su (1 tatlı kaşığı bal, 10 damla limon ve 1 bardak su)
Öğle: 1 kase sebze çorbası (havuç, patates, maydanoz, ıspanak, kereviz ve zeytinyağlı) artı bir dilim tam buğday ekmeği ve bir kase cacık.
2 saat sonra: Bir kase kayısı ve kuru üzümlü komposto, yanında 4 adet yulaflı bisküvi.
Akşam: Sulu sebzeli tavuk yemeği, yanında bir porsiyon patates püresi.
Gece: 1 elma, 4-5 adet ceviz içi.
Gün boyunca bol ılık veya sıcak su içilmeli. Bedenin kendisini temizlemesi için en iyi seçenek sıcak sudur. Eğer midedeki aşırı gazdan yakınılıyorsa rezene çayı, baş ağrısı varsa nane, papatya çayı,
Hala alkolün etkisi geçmemişse veya yenilenler midede duruyorsa yeşil çay, rezene, zencefil çayı, kırıklık, soğuk algınlığı hissi varsa zencefil ve kuşburnu çayı yararlı olur.
Televizyonun Çocukların Beslenme Alışkanlıklarına Etkisi

İstanbul Üniversitesi'nin (İÜ) ebeveynlerle yaptığı bir araştırma, televizyon ve reklamların özellikle 7-12 yaş grubu çocukların beslenme kalitesi ve şeklini belirlediğini ortaya koydu.
Çalışma, 2 ilçedeki 2 ilköğretim okulu ile 2 çocuk yuvasına giden 0-6 ile 7-12 yaş grubu 520 çocuğun ebeveynleriyle gerçekleştirildi. Bu çocukların 374'ünün evinde en az 2 ve 2'den fazla televizyon bulunduğu ve yarıdan fazlasının 2 saatten fazla televizyon izlediği belirlendi. Araştırma, çocukların yüzde 44'ünün reklamlardan etkilendiğini ortaya koydu. Buna göre, katılımcı ailelerin yüzde 39'u, çocuklarının reklamı yapılan ürünlerden etkilenerek sıklıkla istediğini ifade etti.
Yine ailelerin yüzde 90.4'ü, fast-food tarzı hazır gıda reklamlarının çocukları üzerindeki etkisinin olumsuz olduğunu düşündüğünü bildirdi. 7-12 yaş çocukların ev dışında okul, arkadaş ve televizyonun etkisiyle tercihlerini değiştirmesinin söz konusu olabildiği belirtilen araştırmada, özellikle bu yaş grubu çocukların beslenme kalitesi ve şeklini, aileden çok televizyon izleme süresi ve reklamlardan etkilenme düzeyinin belirlediği vurgulandı.
Araştırmayı yorumlayan Yrd. Doç. Dr. Nalan Kösebalaban Doğan, televizyonun bir etkisinin de beslenme alışkanlıklarına yönelik olduğunu, fast-food tarzı beslenme ve hazır gıdaların giderek günlük beslenmenin bir bölümünü oluşturduğunu söyledi. Yapılan araştırmaların, okul öncesi çağda çocuğun beslenme alışkanlıklarını aileler etkilerken, okul çağında arkadaş, televizyon ve özellikle reklamların etkilediğinin ortaya koyduğunu kaydeden Yrd. Doç. Dr. Doğan, şöyle dedi: "Bu etki, onları reklamı yapılan gıda ürününe sahip olmaya yönlendirmekte. Sağlıklı beslenme alışkanlıkları yerini, tek tip ve çeşitli katkı maddelerini içeren fast-food veya benzeri beslenme şekline bırakmaktadır. Televizyon izleme süresinin artması, beraberinde fiziksel aktivitenin azalmasını ve öğün dışı fazla hazır gıda tüketilmesinin artmasını getirmektedir. Bu durum ise çocuklarda obezite riskini artırmaktadır."
KUŞ GRİBİ
Tıp dilinde Avian Gribi olarak da isimlendirilen Tavuk Vebası ya da son günlerde sıkça duyduğumuz ismi ile Kuş Gribi dünya sağılığını tehdit etmeye devam ediyor. Kuş gribi 1997'de Hong Kong'da ilk insan vakaları görülene kadar sadece kuş ve domuzları etkilediği düşünülen bir influenza (grip) enfeksiyonudur. Henüz hastalığın bulaşmasını tamamen önleyecek önlemlerin alınamadığını bildiren uzmanlar, geçmiş yıllarda insanlara bulaşımının olmadığı bu virüsün mutasyona uğrayarak artık insanlar için de ciddi tehlikeler yaratabileceği uyarısında bulunuyorlar.
Manyas'ta ölümcül kuş gribi olduğu kesinleşti. AB ve Ukrayna, Türkiye'den kümes hayvanı alımını durdurdu. Halk, tavuk eti ve yumurta yemeye korkar duruma geldi. Dünyayı tehdit eden Kuş gribinin Manyas'ta da ortaya çıkması halkı paniğe sevk etti. Kızıksa beldesinde şu ana kadar 2 bin 687 hindi, 68 ördek ve 151 tavuk itlaf edildi. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı İzmir Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Manyas'tan aldıkları numunelerde ölümcül H5 tipi kuş gribi
virüsü tespit ettiklerini açıkladı.
Ülke gündeminde ilk sıralarda yer alan Kuş Gribi konusunu tekrar ele alarak daha kapsamlı bir dosya hazırladık.
Kuş gribi nedir?
Kuş gribi, kuş (avian) gribi virüsleri tarafından meydana getirilen enfeksiyondur. Kuş gribi virüsleri normalde kuşlarda doğal olarak bulunmaktadır. Vahşi kuşlar genellikle hastalanmadan bu virüsleri bağırsaklarında taşırlar. Bununla birlikte kuş gribi kuşlar arasında çok bulaşıcıdır ve tavuklar, ördekler ve hindilerde ciddi hastalığa ve ölümlere neden olmaktadır. KuŞ gribi, kuşlara ait HSN1 kod adlı virüsten kaynaklanıyor. Virüs, kuşların bağırsağına yerleşiyor. Kümes hayvanlarını öldürüyor.
AVİAN İNFLUENZA A (H5N1) virüsü nedir?
İnfluenza A (H5N1) virüsü, esas olarak kuşlarda bulunan influenza A tipi bir grip virüsüdür. İlk kez 1961 yılında Güney Afrika'daki kuşlardan izole edilmiştir. Tüm kuş gribi virüslerinde olduğu gibi, H5N1 avian flu virüsü de esas olarak kuşlar arasında dolaşmakta ve ölümcül olabilmektedir. Çok bulaşıcıdır.
H5N1 virüsüne karşı koruyan bir aşı var mıdır?
Şu anda insanları Asya'da salgın yapmakta olan H5N1 kuş gribinden koruyabilecek bir aşı yoktur. Bununla birlikte bu virüse karşı aşı geliştirme çalışmaları devam etmektedir.İnsanları H5N1 virüsüne karşı korumak üzere geliştirilen aşının insanlarda test edileceği çalışmaların Nisan 2005'te başlaması beklenmektedir. Araştırmacılar ayrıca H9N2 kuş gribi virüsüne karşı korumak içinde aşı geliştirmeye çalışmaktadırlar.
Kuş gribi nasıl yayılır?
Kuş gribi virüsünü taşıyan kuşlarda bu virüs özellikle tükürük, burun salgısı ve dışkılarında bulunur. Virüs diğer kuşlara bu salgılar yolu ile ya da bu salgıların bulaştığı yüzeyler aracılığı ile bulaşır. Kuş gribi virüsünün insanlara hasta kuşlardan (özellikle kümes hayvanları) ve hasta kuşların salgılarının bulaştığı yüzeylerden bulaştığına inanılmaktadır.
Hastalığın hayvanlardaki seyri Nasıldır?
Bütün kuş türleri hastalığa duyarlı olmakla birlikte evcil kanatlılar enfeksiyona daha hassastır ve hastalık sürü içinde çok hızlı bir şekilde yayılır. Hastalığın kuluçka süresi bireysel olarak hayvanda birkaç saatten 3 güne kadardır. Hastalık 14 gün içinde tüm sürüye yayılır.
Kuşlarda bu hastalığın 2 formu vardır. Hastalığın hafif formu hafif solunum sistemi hastalığı, bazen sadece tüylerde kabarma ve yumurta veriminde düşüş ile kendini gösterir. Hastalığın ikinci formu ilk defa 1878 yılında İtalya'da tanımlanmıştır.
Hastalığın bu formu kuşlarda son derece bulaşıcıdır, kısa sürede ve çok yüksek oranda ölüme sebep olur. Bu hastalığın ana belirtileri; depresyon, iştah kaybı, yumurta veriminde azalma, sinirsel belirtiler, kan dolaşımındaki düzensizlik nedeniyle ibik ve gaga altı kısmında şişlik ve morarma, hırıltılı solunum ve ishaldir. Herhangi bir semptom görülmeksizin de ani ölüm de görülebilir. Ölüm oranı tür, yaş, virüs tipleri ve çevresel faktörlere bağlı olarak % 100'e kadar ulaşabilir.
Kuş gribi (avian flu) insanlarda enfeksiyona neden olur mu?
Dünyada gribe neden olan virüsler genel olarak A,B,C olarak kategorize ediliyor. Değişik karekterde olan bu virüslerden B ve C tipi, insanda grip enfeksiyonuna neden olurken; A tipinin kanatlı hayvanlarda Avian adı verilen bir çeşit gribe neden olduğu bilinmektedir.
Tip A grip virüslerinin pek çok değişik alt tipi vardır. Bu alt tipler, A tipi grip virüsünün yüzeyinde bulunan ve Hemaglutinin (HA) ve Nöraminidaz (NA) proteinlerinin yapısına göre değişmektedir Avian flu (kuş gribi), esas olarak kuşlarda bulunan ve dolaşan virüsleri tanımlamaktadır. Kuş gribi virüsleri aslında insanları enfekte edebildiklerini bilmemize rağmen genellikle insanları enfekte etmez.
İnsan grip virüsleri ise esas olarak insanlarda yaygın olarak dolaşan ve hastalık yapan virüsleri tanımlamaktadır. İnsanlarda dolaştığı bilinen 3 alt tip grip virüsü bulunmaktadır; H1N1, H1N2, H3N2. Şu anda dolaşan insan virüslerinin genetik olarak bazı parçaları kuş grip virüslerinden orijin almaktadır.
A tipi grip virüsleri sürekli değişim geçirmektedir ve zaman içinde insanları enfekte edebilme ve insanlar arasında yayılabilme yeteneği kazanabilmektedirler.
İnsanlardaki kuş gribi enfeksiyonunun bulguları nelerdir?
İnsanlarda görülen kuş gribi ateş, öksürük, boğaz ağrısı, kas ağrıları gibi tipik grip benzeri bulgulardan göz enfeksiyonları, zatürre, ciddi solunum yolu hastalıkları (akut solunum sıkıntısı gibi) ve diğer ciddi hayatı tehdit eden komplikasyonlara kadar değişen bir yelpazede değişebilmektedir.
Kuş gribinin insanlar için riski nedir?
Kuş gribinin insanlar için riski genel olarak düşüktür çünkü kuş gribi özellikle kuşlarda hastalık yapmakta ve genelde insanları enfekte etmemektedir. Bununla birlikte kümes hayvanlarında (tavuk, ördek ve hindi) görülen kuş gribi salgını sırasında, insanların hasta kuşlarla temas etmesi veya hasta kuşların salgılarının bulaştığı yüzeylerle temas etmesi ihtimali arttığı için, kuş gribinin insanlara bulaşma ihtimalide artmaktadır. Şu anda Asya'daki kümes hayvanlarında görülen H5N1-AVIAN FLU (H5N1-Kuş gribi) salgını insanlarda enfeksiyon ve ölümlere neden olmaktadır. Bu durumda insanlar hasta kümes hayvanları ile temastan kaçınmalı ve kümes hayvanlarının kullanımı ve pişirilmesi konusunda dikkatli olunmalıdır.
H5N1 virüsünün insandan insana geçişi nadirdir. Bununla birlikte tüm influenza virüsleri değişme yeteneğine sahiptir ve bilim adamları H5N1 virüsünün bir gün insandan insana kolayca geçebilme ve insanları kolayca hasta edebileceğine inanmaktadır. Bu virüse karşı insanlarda bağışıklık yoktur ve eğer H5N1 virüsü insandan insana kolayca bulaşma yeteneği kazanırsa tüm dünyada kuş gribi salgınına sebep olabilir. Böyle bir salgının ne zaman meydana gelebileceğini tahmin etmek mümkün değildir. Ancak şu anda devam etmekte olan salgın, muhtemel dünya çapında bir salgına yol açabilme ihtimali nedeniyle çok yakından takip edilmekte ve hazırlık yapılmaktadır.
Kuş gribi nasıl tedavi edilir?
Çalışmalar insan grip virüslerini tedavi eden ilaçların kuş gribi virüsünü de tedavi edebileceğini göstermiştir. Bununla birlikte kuş gribi virüsleri bu ilaçlara direnç gösterebilmekte ve ilaç tedavisi başarısız olabilmektedir.
Kuş gribinin aşısı var mı?
Tam hazır bir aşı henüz yok ancak özellikle insanlarda hastalık yapan virüsün H5N1'e ait aşılar üretilmeye başlanmış durumda. Ayrıca elimizdeki anti-viral ilaçlar hastalığa karşı etkili ve hastalığın yayılması uygun kullanım ile sağlanabilir.
Tavuk eti yemekle kuş gribi bulaşır mı?
Kuş gribi besinler yoluyla bulaşan bir hastalık değil, yani tavuk yemek hala güvenilir. Ancak virüs tavuğun bağırsaklarında taşındığı için kurutulmuş etin toz haline gelip havaya karışması ve solunum yoluyla alınması gibi hipotetik bir risk olabileceği ama bununla insanların enfekte olmalarının beklenmediği uzmanlar tarafından bildirilmiş durumda.
İyice Pişirmeden Yemeyin!..
Virüsün tesbit edilmesinin ardından başta AB olmak üzere Avrupa ülkeleri Türkiye'den kümes hayvanı ithalatını durdurdu. İthalat durdurma kararı alan ülkeler Yunanistan, Polonya ve Ukrayna. Virüsün 80 derecelik ısıya dayanıklı olduğunu belirten yetkililer, 'Kanatlı hayvanları iyice pişirilmeden kesinlikle
yemeyin' dedi.
Büyük bir kuş gribi salgını beklenmekte mi?
Hastalığın insandan insana bulaştığına dair şüpheler olmakla birlikte bu durum henüz kesinleşmemiştir. Hastalık henüz diğer insan gripleri ile birleşmemiştir. Bu olasılığın gerçekleşmesi durumunda insandan insana kolayca bulaşabilen bir virüs genetik değişiklik yoluyla oluşabilecektir. Uzmanlar bu durumun tüm dünyayı kapsayan ciddi bir salgına dönüşebileceğinden korkmaktalar.
DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ'NÜN KUŞ GRİBİYLE İLGİLİ RAPORU
29 EYLÜL 2005
Aralık 2004 ortasından şu ana kadar 64 insan vakası meydana gelmiştir ve bunların 21'i hayatını kaybetmiştir.
DSÖ tarafından bildirilen kümülatif influenza A/H5N1 influenza virüsü ile insan vakaları (29 Eylül 2005)
DSÖ sadece laboratuarda konfirme vakaları bildirmektedir.
Levent GENÇ
Kırıkkale
UNUTKANLIK
Beyin en karmaşık bir bilgisayarla kıyaslanmayacak kadar
üstündür. Sürekli değişen yüzlerce ayrı olayı, hedefi aynı anda denetleyebilir. Anılar, notlar beynin belirli bölgelerinde bir teyp gibi kaydedilip saklanır.
Unutkanlık beynin aşırı yorulmasına, çok daha önemli sorunların öncelik taşımasına, kişinin ruhsal yapısına ya da unutmaması gereken şeye yeteri kadar önem vermemesinden kaynaklanır. Bu gibi durumlar hiçbir hastalığa bağlı bulunmadan gelişen olaylardır v e aşağıdaki öneriler de bu gibi durumlar içindir.
Bir çay fincanı kaynar suyun içine ince kıyılmış bir çay kaşığı oğul otu katılıp demlenmesi kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek akşamları uykudan önce içilir. Gerekirse günde üç öğün birer çay fincanı dozunda da kullanılabilir.
Bir çay fincanı kaynar suyun içine ince kıyılmış bir çay kaşığı çıban otu katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek akşamları uykudan önce içilir.
Bir litre suyun içine bir avuç ince kıyılmış kaşık otu katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek günde üç öğün birer çorba kaşığı içilir.
İnce kıyılarak ya da havanda dövülerek toz haline getirilmiş olan bir silme yemek kaşığı karabaş otu (çiçeği) birer silme tatlı kaşığı tarçın, biberiye, karabiber, çörek otu, mesteki, sarısabır günlük ve çam fıstığı iyice karıştırılıp harman edildikten sonra bir çay fincanı kaynar suyun içine bir çay kaşığı bitki harmanı katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek günde üç öğün birer çay fincanı içilir.
Bir çay fincanı kaynar suyun içine havanda dövülerek toz haline getirilmiş olan bir çay kaşığı üzerlik tohumu katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek akşamlatı uykudan önce içilir.
KELLİK
Bütün yaşta ya da belli bir bölgede saç kaybıdır.
Akut ateşli hastalıklara sonrası, troid hastalığında, ikinci devre frengide veya veremde saç kaybı ve kellik olabilir, ancak hastalık geçtikten sonra genellikle saçlar yeniden çıkar. İleri yaşlarda görülen kellik ise kalıtımla ve hormon dengesiyle ilişkili olup, hadımlarda kellik görülmez. Alopecia areata denen durumda, başta kel alanlar belirip, bunların birleşmesiyle bütün baş kel kalır. Vakarlın %99'unda tedavi ile veya kendi halinde saç yeniden çıkar.
Bir litre suyun içine iyice dövülmüş iki çorba kaşığı akça ağaç (genç dallarının kabukları) katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek saç derisi bu su ile yıkanır.
İki avuç ince kıyılmış dul avrat otu kökü bir şişenin boğazına kadar doldurulur ve üzerine ağzına kadar badem yağı veya saf zeytinyağı eklenerek, ağzı sıkıca kapatıldıktan sonra şişe 2-3 hafta boyunca güneş görebileceği veya sıcak bir yerde bekletilir. Bu müddet sonunda şişenin içindeki yağ kırmızı bir renk aldıktan sonra temiz bir şişenin içine posasıda sıkılmak şartıyla bir tülbent yardımıyla süzülür. Günde iki kez, sabah ve akşam saç derisine sürülmek suretiyle kullanılır.
Havanda dövülerek lapa haline getirilmiş olan bir miktar sarımsak ile badem yağı karıştırılarak günde iki kez, sabah ve akşam tekrarlamak suretiyle saç derisine sürülür.
Bir litre suyun içine bir avuç kuru papatya katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek elde edilen su ile günde üç kez saç derisi yıkanır.
Bir avuç kuru ekşi nar kabuğu havanda dövülerek toz haline getirildikten sonra bir miktar badem yağı ile karıştırılarak akşamları yatarken saç derisine sürülüp, sabah kalkıldığında yıkanır.
Bir miktar meşe palamutu havanda dövülerek iyice ezildikten sonra üzerine bir miktar badem yağı katılarak saç derisine firiksiyon yapılarak sürülür.
Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir avuç yapışkan otu katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek elde edilen su ile günde üç kez saç derisi yıkanır.
Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir avuç su teresi katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek elde edilen su ile günde üç kez saç derisi yıkanır.
Birer silme yemek kaşığı tuz ile çöven iyice karıştırıldıktan sonra bu karışımı sulu lapa haline getirecek kadar sirke katılıp saç derisine firiksiyon yapılarak sürülür.
Yarım litre sirkenin içine bir çorba kaşığı ardıç katranı katılıp günde üç kez saç derisine firiksiyon yapılarak sürülür.
Bir adet iri bir soğan temizlendikten sonra mikserden geçirilip suyu çıkarıldıktan sonra bu suyu krem haline getirecek kadar süzme bal ile karıştırıp saç derisine sürülür.
Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir çorba kaşığı sarısabır ve iki çorba kaşığı kuru üzüm katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek günde iki kez saç derisine sürülür.
ŞEKER HASTALIĞI
(Diyabet): Kanda glikozun artması sonucu, idrarda şeker bulunmasıdır. İki türü vardır.
Şekersiz Diyabet (Diabetes insipidus): Bu durumda, hasta bol miktarda, çok seyreltik idrar çıkarmaktadır.
Hipofiz bezinin arka kısmınca salgılanan vazopressin hormonunun yetmezliğidir.
Şekerli Diyabet (Diabetes mellitus): Bilinen şeker hastalığıdır.
Nedeni: pankreas tarafından salgılanan insülün hormonu azlığıdır.
Hastalık, orta yaşlarda, çok hafif bir şekilde başlayabilir ve teşhis edilmesi ancak genel bir muayene esnasında olur. Şeker hastalığı aynı zamanda atar damar hastalıklarıyla da ilgilidir. Kadınlardaki ilk şikayet, dış üreme organlarındaki kaşıntıdır.
Hastalık yaşamın erken döneminde başlarsa, daha ağır seyreder. Hasta, gittikçe artan susuzluk duygusu, halsizlik ve kilo kaybından şikayet eder, sık ve az idrar çıkartır. Kadınlarda adetler kesilebilir ve dış üreme organlarında kaşıntı başlar, erkeklerde ise cinsel güç azalabilir. Dişetleri iltahabına sık rastlanır ve tekrarlayan çıbanlar, geceleri gelen bacak krampları, el ve ayaklarda karıncalanma ve uyuşma, diyabetin sık rastlanan ön belirtileridir. İdrarda şeker boldur ve ağır şeker vakalarında, hastanın soluğu aseton kokar.
Bu konuda uzman bir doktora danışılmasında fayda vardır, tedavi edilmezse bilinç kaybı ve şeker koması görülür. Bu hastalık, akciğer veremi gibi, diğer bir kronik hastalıkla bir arada bulunabilir.
Tedavi uzman bir doktor tarafından yapılmalıdır. Bazen sadece perhizle idare edilebilir, perhizle birlikte ağızdan anti-diyabetik ilaç alınabilir veya daha ağır vakalarda, insülin kullanılması da gerekebilir. Ağır vakalarda, düşük şeker düzeyinden ötürü, koma tehlikesi olduğu gibi, bazen de çok yüksek kan şeker ve keton (vücutta, yağ ve proteinlerin tam olmayan oksitlenmesi sonucu ortaya çıkan maddeler) düzeyinden ötürü koma (şeker koması) olasılığı vardır.
Düşük kan şekeri düzeyi koması (Hipoglisemik koma): Yüksek doz insülin almaktan, bir öğün atlamaktan veya şiddetli idman yapmaktan ötürü, kan şeker düzeyinin düşmesidir.
Önceleri iyi olan bir hastada, ani başlaması tipiktir. Öncü belirtiler, huzursuzluk, bayılma duygusu, kalp çarpıntısı, soğuk terleme ve açlık duygusudur. Hasta, genellikle belirtileri tanır ve nöbeti bir miktar şeker yiyerek atlatır. Bunu önleyemezse, sarhoşmuş gibi yürür, konuşur, bayılır ve komaya girer.
Şeker koması: Kanda artmış şeker düzeyi ve ketonların varlığıdır. Bilinen şeker hastalarında, bir doz insülinin ihmal edilmesi, gereğinden az insülin kullanılması, akut zerk veya ruhsal sıkıntı hali bu komaya neden olabilir. Bir de tedavi edilmemiş şeker hastalığı vakaları bu komayla sonuçlanır.
Bu koma hali yavaş yavaş belirir. Hastanın iştahı azalır, bulantı ve kusma başlar. Karında ağrı ve uyuklama da görülebilir. Deri kurur ve kötü kokuludur, kan basıncı düşer ve nabız hızlı ve zayıf atar. Solunum derindir.
İnsülin kullanan diyabetliler, yanlarında şeker taşımalı ve üstlerinde bulundurdukları bir kartta da kişinin şeker hastası olduğu ve neresinde şeker bulunduğu yazılı olmalıdır.
Şeker hastaları doktor tarafından kendilerine verilen diyete mutlaka uymak zorundadırlar.
Bir litre suyun içine bir avuç ince kıyılmış aslanpençesi (sapları)katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek günde üç öğün birer çorba kaşığı alınır.
Bir litre suyun içine 15-20 adet ardıç (meyvesi) katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek günde üç öğün birer çay bardağı içilir.
Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir avuç kereviz katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek günde üç öğün birer çay fincanı içilir.
Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir avuç lahana yaprağı katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek günde üç öğün birer çay fincanı içilir.
Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir avuç zeytin yaprağı katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek günde üç öğün ikişer çorba kaşığı alınır.
Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir avuç ceviz yaprağı katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek günde üç öğün birer çay bardağı içilir.
Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir avuç enginar yaprağı katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek günde üç öğün tok karnına birer çay fincanı içilir.
Bir litre ılık suyun içine ince kıyılmış 2-3 baş soğan katılıp sekiz saat bekletildikten sonra süzülerek günde üç öğün yemeklerden önce birer çay fincanı içilir.
Bir su bardağı kaynar suyun içine ince kıyılmış birer çay kaşığı kekik ve tarçın katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek sabah kahvaltısından yarım saat önce içilir.
Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir avuç kuşkonmaz katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek günde üç öğün birer çay bardağı içilir. İyi bir diyet besini olmasından ötürü kuşkonmaz direkt olarak da yenilebilir.
Bir çay fincanı kaynar suyun içine havanda dövülerek toz haline getirilmiş olan bir çay kaşığı rezene tohumu katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek günde üç öğün yemeklerden önce birer çorba kaşığı içilir.
NEZLE
Üst solunum yollarının bir enfeksiyonudur.
Etken virüslerin haricinde diğer birçok virüs bu hastalığa neden olurlar.
İki avuç dolusu ince kıyılmış taze nane su kaynayan bir tencerenin üzerine konulmuş bir süzgecin içine bırakılır. Buharda pişmeye başlayan bitkiler yumuşayınca, başa bir havlu alarak, süzgecin ,üzerine doğru eğilip bitkiden gelen buhar teneffüs edilir.
İki avuç dolusu ince kıyılmış fesleğen su kaynayan bir tencerenin üzerine konulmuş bir süzgecin içine bırakılır. Buharda pişmeye başlayan bitkiler yumuşayınca, başa bir havlu alarak, süzgecin ,üzerine doğru eğilip bitkiden gelen buhar teneffüs edilir.
İki avuç dolusu ince kıyılmış nane, kekik ve papatya su kaynayan bir tencerenin üzerine konulmuş bir süzgecin içine bırakılır. Buharda pişmeye başlayan bitkiler yumuşayınca, başa bir havlu alarak, süzgecin ,üzerine doğru eğilip bitkiden gelen buhar teneffüs edilir.
Bir çay fincanı kaynar suyun içine bir çay kaşığı nane katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek günde üç öğün birer çay fincanı içilir.
Bir çay fincanı kaynar suyun içine birer çay kaşığı ince rendelenmiş limon kabuğu ve kuru nane katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek günde üç öğün birer çay fincanı içilir.
Yarım litre suyun içine ince kıyılmış bir adet iri soğan ve 4-5 diş yine ince kıyılmış sarımsak katılıp kaynatılmasının ardından ılık halde süzülüp iki çorba kaşığı süzme bal ilavesiyle gün içinde kısa arlıklarla birer tatlı kaşığı alınır.
Bir litre suyun içine birer silme yemek kaşığı papatya, ıhlamur, mürver çiçeği, çay ve bir çay kaşığı anason katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek içine bir su bardağı limon suyu ilavesiyle gün içinde aralıklarla gargara yapılarak kullanılır.
İSHAL
Yumuşak dışkının çok sık olarak vücut dışına atılmasıdır.
Yarım litre suyun içine ince kıyılmış bir yemek kaşığı gül yaprağı (kırmızı) katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek süzme bal ilavesiyle tümü içilir.
Bir litre suyun içine dilimlenmiş ayva atılarak kompostosu yapılır, özellikle çocuk ishallerinde oldukça faydalıdır.
Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir avuç muşmula katılıp kaynatılmasının ardından süzülüp süzme bal ile tatlandırılarak günde üç öğün birer çay bardağı içilir.
Bir çay fincanı kaynar suyun içine birer çay kaşığı ada çayı ve ıhlamur katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek günde üç öğün birer çay fincanı içilir.
Bir çay fincanı kaynar suyun içine ince kıyılmış bir çay kaşığı fesleğen katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek günde üç öğün birer çay fincanı içilir.
Bir çay fincanı kaynar suyun içine ince kıyılmış bir çay kaşığı tarçın katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek günde üç öğün birer çay fincanı içilir.
İŞEMEDE YANMA
İdrara çıkma esnasında ağrılı ya da ağrısız penisin uç kısmında oluşan ve yanma hissini veren bir rahatsızlıktır.İdrar torbası iltahabı, bel soğukluğu, prostat iltahabı, gibi üretra hastalıkları neden olur.
Bir çay fincanı kaynar suyun içine, bir çay kaşığı nane katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek günde üç öğün birer çay fincanı içilir.
Her gün bir su bardağı peynir suyu içilmesi faydalı olacaktır.
Bir çay fincanı soğuk suyun içine bir çay kaşığı ebegümeci katılıp oniki saat beklendikten sonra süzülerek günde iki kez, sabah kahvaltılarından yarım saat önce ve geceleri yatmadan önce birer çay fincanı içilir.
Bir çay fincanı kaynar suyun içine ince kıyılmış bir çay kaşığı hatmi kökü katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek günde üç öğün birer çay fincanı içilir.
KOLESTEROL
Karaciğer tarafından ayrıştırılan ve besinlerle de alınan bir maddedir. Tek otumlu bir alkol olup, hayvansal ve bitkisel yağların içinde bulunur. Safra taşlarının büyük bir bölümü bu maddeden, bazen de bu maddenin safra boyalarıyla karışmasından oluşur. Atardamar hastalığında ve özellikle kalp atardamarlarının bozulmasında rolü önemlidir.
Bir çay fincanı kaynar suyun içine ince kıyılmış bir çay kaşığı kekik katılıp demlenmesi için kısa bir süre beklendikten sonra süzülerek günde iki kez sabah ve akşam olmak üzere birer çay fincanı içilir.
Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir avuç mısır püskülü katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek günde iki kez sabah ve akşam olmak üzere birer çay fincanı içilir.
Bir litre suyun içine ince kıyılmış bir avuç mısır püskülü katılıp kaynatılmasının ardından süzülerek günde iki kez sabah ve akşam olmak üzere birer çay fincanı içilir.
SİRKENİN FAYDALARI
Sirke sadece yemeklere lezzet vermek için değil, birçok amaçla kullanılıyor.
Bir zamanlar Romalı askerlerin tek içkisi olan sirkenin sağlıklı bir yaşam sofranın dışında da kullanılması tavsiye ediliyor. Sirke vücut bakımından ev temizliğine, hayvan bakımından bahçe temizliğine kadar pek çok yerde rol üstlenebiliyor. Yemeklere ekşilik vermek için kullanılan ve ekşimiş üzüm suyu olarak tanımlanan sirkenin yeni kullanım alanlarını öğrenmek, doğal ve ucuz yolla, sağlıklı bir yaşamın kapılarını açıyor.
EV BAKIMINDA
Mikroplara karşı etkilidir.
Cam ve aynada iz bırakmaz.
Lekeleri çıkartır.
Krom, pirinç ve bakırı parlatır.
YEMEKLERDE
Eti yumuşatır.
Sebzelerin ömrünü uzatır.
BAHÇEDE
Kedileri uzak tutar.
Bitkileri karıncadan korur.
Yabani otları azaltır.
Böcekleri uzaklaştırır.
ÇAMAŞIR YIKARKEN
Renkleri koyulaştırır.
Beyazlarda parlaklık sağlar.
Deodorant lekelerini çıkarır.
Ütülemede oluşan parlaklığı önler.
MUTFAKTA
Porselenlere parlaklık verir.
Tencerelerin ömrünü uzatır.
Ovmaya gerek kalmadan fırını temizler.
Kötü kokuları yok eder.
BANYODA
Duş kabinini temizler.
Küflenmeyi önler.
Camları lekesiz temizler.
VÜCUT BAKIMINDA
Tazelik verici bir banyo toniği olur.
Kepeklere karşı etkilidir.
Arı sokmalarını tedavi eder.
Su kaçarsa kulağa damlatılır.
Alzheimer'a Erken Teşhis Yapan Bilgisayar Programı Geliştirildi.

Alzheimer, 1906 yılında Alman psikiyatrist Alois Alzheimer tarafından tanımlandığı zaman, oldukça nadir görülen bir hastalıktı. O yıllarda insanların çoğu genç yaşta öldüğü için hastalığın ortaya çıkma olasılığı da düşüktü. Ancak yaşam süresi uzadığı için Alzheimer kendini göstermeye başladı.
Tüm dünyada 20 milyon kişiyi pençesine alan Alzheimer, yaşlılarda en sık karşılaşılan dördüncü hastalık. Basit unutkanlıklarla başlayan, ancak hastalık ilerledikçe, kişiyi tamamen başkalarına bağımlı hale getiren Alzheimer konusunda bilimadamlarının çalışmaları sürüyor.
Bu çalışmalara bir katkı da Amerika Birleşik Devletleri'nin New York üniversitesi doktorlarından geldi...Çalışmayla ilgili bilgi veren Doktor Lisa Mosconi, beynin belli bir bölümündeki metabolizma değişikliklerini beyin sintigrafisi yardımıyla ölçebilen program sayesinde, herhangi bir kimsenin Alzheimer hastası olup olmayacağının çok önceden belirlenebileceğini söyledi.
Beynin öğrenme ve hatırlama işlevlerini gören hipokampüs bölümünün, Alzheimer ilerledikçe küçülmesinden yola çıkan doktorlar, kullandıkları tekniğin, hiçbir Alzheimer belirtisi göstermeyen insanlarda, hastalığın ya da ciddi hafıza sorunlarının ortaya çıkma ihtimalini yüzde 85 öngörme imkanı sağladığını kaydettiler."Bu araştırma, beynin hipokampüs bölümünün metabolizmal faaliyetlerindeki azalmanın, Alzheimer riskini tespit amacıyla kullanılabileceğini ilk kez gösterdi" diyen Dr. Lisa Mosconi, elde ettikleri sonuçların başka yöntemlerle desteklenmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.
Oya Oybir
21.06.2005
Güneş Gözlüğü

Güneş gözlüğü, yaz mevsiminde gözleri zararlı güneş ışınlarına karşı korumaktadır.
Yüze uygun şekilde alınmayan ve işportadan alınan güneş gözlükleri, gözlere faydadan çok zarar vermektedir. Güneş gözlüğünün aksesuar olmaktan çok, göz sağlığı için gerekli bir araç olarak kabul edilmesi ve sağlık malzemesi olarak kullanılması gerekmektedir.Sadece gözü fazla ışıktan korumak veya şık görünmek için güneş gözlüğü kullanmanın son derece yanlış ve tehlikeli olmaktadır. Güneş gözlüğü alırken gözlüğün biçimi, materyali ve aksesuarlarının da önem verilmelidir.
Uzmanlar, orijinal polaroid güneş gözlüklerinin en önemli özelliğinin çok iyi görüş sağlamaları olduğunu vurgularken, polaroid polarizasyon filtresinin, zararlı UV (mor ötesi) ışınlara karşı yüzde 100 koruma sağladığını, ayrıca parlak yüzeylerde oluşan rahatsız edici parlama ve yansımaları da yüzde 99 oranında ortadan kaldırdığını belirtiyor.
Güneş Gözlüğü Satın Almak İsteyenlere Tavsiyeler
- Öncellikle, gözlüğü taktığınızda gözünüz bulanmamalı. Eğer bulanıyorsa camın kalitesiz olduğu kesindir.
- Cam rengi her yerinde aynı olmalıdır. Bazı yerleri koyu, bazı yerleri açıksa, o gözlüğü satın almayın. Bir rengin en koyusundan açığına doğru giden renk spekturumu söz konusu ise durum değişir. Bu türü tercih ettiyseniz, cam renginin üstte koyu, altta açık olmasına dikkat edin.
- Güneş gözlüklerinin üzerinde, mor ötesi ışınları kestiğine dair bir tescilin olması gerekir. Sağlık Bakanlığı, tüm güneş gözlükleri için sertifika mecburiyeti getirmiştir. Satın alırken gözlüğün sertifikasını mutlaka isteyin.
- Numaralı gözlük kullananlar, güneş gözlüğü almadan önce mutlaka göz hekimlerine danışmalıdır.
-Güneş gözlüğünü temizlemek için kağıt mendil yerine kuru ve pamuklu bir bez kullanılmamalıdır. Kağıt mendille gözlüğün camını ovuşturmak, kaplamasına zarar verebilir.
Gözlük Seçiminde Yüz Yapısına Göre Dikkat Edilecek Noktalar
- Kare Yüzler :Yüzünüz kare ya da kareye yakınsa, size kavisli çerçeveler yakışır.
- Uzun Yüzler :Uzun bir yüze sahipseniz, çerçeve yüzünüzde mümkün olduğunca geniş bir alan kaplamalıdır. Böylece gözlük yüzünüzü ikiye ayırdığı için, yüzünüzün normalden daha uzun görünmesini engeller.
- Yuvarlak Yüzler :Yüzünüz yuvarlak ise düz ya da açılı çerçeveleri tercih edin.
- Üçgen Yüzler :Üçgen bir yüze sahipseniz, çerçeve çizgilerinin düşey olmasına dikkat etmelisiniz.
-Oval Yüzler: Yüzünüz oval ise çerçeveleriniz mutlaka yüz büyüklüğüne orantılı olmalıdır.
Şimdi Güneşlenme Zamanı

Güneşin en etkili olduğu günleri yaşadığımız bu yaz günlerinde güneşten tamamen kaçmak yerine, fayda ve zararlarını bilerek güneşten yararlanmalıyız. Yaz ayların İngiltere'de yapılan bir araştırmada öğle saatlerinde 10 -15 dakika süreyle güneşte kalmanın sanıldığı gibi zararlı olmadığı belirtildi.
Güneş ışınlarının sağlığa etkisi konusunda farklı görüşler var. Güneş ışınları bazı kanser türlerine karşı da koruma sağlıyor. Öğle saatlerinde güneş daha fazla ultraviyole ışını yayıyor. Ultraviyole ışınları deride D vitamini üretimini tetikliyor. Öğle saatlerinde korumasız olarak doğrudan güneş ışınlarına maruz kalmak, D vitamini üretimini artırıyor. D vitamini sağlıklı dişler ve kemikler için gerekli olduğu belirtiliyor.
Meme Kanseri

İngiliz Kanser Araştırmaları Vakfı yetkililileri ise halka öğleden 11:00 ile 15:00 saatleri arasında korumasız güneşe çıkılmaması tavsiyesinde bulunuyor. Bununla birlikte uzmanlar halkı uzun süre korumasız güneşte kalmamaları konusunda uyarıyor, D vitaminini yiyeceklerden sağlamanın da mümkün olduğunu anımsatıyorlar.
ABD'de yapılan bir araştırma, egzersiz yapmayı içeren yaşam tarzının , meme kanserine yakalanmış kadınların hayatta kalma şansını artırdığını ortaya koydu. ABD'de her yıl yaklaşık 211 bin kadına meme kanseri teşhisi koyuluyor, bunlardan 40 bini hayatını kaybediyor.
Journal of the American Medical Association (JAMA) adlı tıp dergisinin yaptığı araştırmada, haftada 3-5 saat orta hızla düzenli yapılan yürüyüşün ölüm oranını yaklaşık % 50 oranında azalttığı belirtildi.
Kansere 1994-1998 yılları arasında yakalanmış yaklaşık 3000 hemşireyi 2002'ye kadar inceleyen araştırmacılar, düzenli yürüyüş yapan bu kadınların yaşama şanslarının, hastalığa yakalanmış ve "hayatını evde oturarak geçiren" kadınlara oranla iki kat daha fazla olduğunu söylediler.
Araştırmayı yürütenlerin başındaki Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Dr. Michelle Holmes, " bunun en mantıksal açıklamasının, fiziksel aktivitenin kandaki hormon seviyesini düşürmesi olduğunu belirterek, hormon sayısındaki düşüşün kanser tümörlerinin yeniden oluşmasını azaltmıştır.Kansere yakalanan kadınların kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını, hatta egzersiz yaparak kazanacak çok şeyleri olduğunu " söyledi.
Düzenli egzersiz yapmanın, meme kanserine yakalanmış kadınların ölüm oranını azalttığını ilk kez ortaya koyan bu araştırma ayrıca, Akdeniz tipi beslenme alışkanlığına sahip olunan ve düzenli egzersizin yapıldığı sağlıklı bir hayat biçiminin farklılık yaratacağını gösteren önceki araştırmaları da doğrulamış oldu. Bu tip hayat tarzının, kemoterapi, hormon ve ilaçlarla tedavi edilen kanserin yeniden ortaya çıkmasını da engelleyebildiğini kaydettiler.
"American Society of Clinical Oncology" kuruluşunun yıllık kongresinde geçen hafta açıklanan araştırma da, az yağlı beslenme şeklinin 48 ila 79 yaş arasındaki kadınlarda tümörlerin yeniden ortaya çıkma ihtimalini % 20'den fazla azalttığını ortaya koymuştu.
" Ülkemiz çok dinamik bir gençliğe sahip ülkemizin kıymetini bilelim ."
l3.üncü Dünya Yardımla Üreme Teknikleri ve Üreme Genetiği Kongresi için İstanbul'a gelen Cornell Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Oktay 'lkemiz çok dinamik bir gençliğe sahip ülkemizin kıymetini bilelim'dedi.
37 yaşında Dünyada ilk dondurulmuş yumurta naklini l999 yılında ABD'nin en ünlü balerinine yapan Kutlukhan Oktay, Herald Tribün ve Newyork Times'ın kapaklarında yer aldığında ise ilk sözü :" Ben bir Türk bilim adamıyım " olmuştu.
Neler yaptığıyla ilgili olarak da Kutlukhan Oktay, " Kanser tedavisi nedeniyle doğurganlığını kaybetmiş hastalara doğurganlığını koruma olanağı sağlayan teknikler geliştirmek. İkinci olarakta meme kanseri olmuş hastalarda kemoterapi ilaçları bunları kısırlığı itiyor. Fakat genellikle tanı konması ile kemoterapi arasında 2 ay geçiyor. Bu süre içinde tüp bebek yapılıp meme kanserinden bebek korunabiliyor. Tedaviden sonra dondrulmuş yumurtalar transferi hamile kalınması sağlanıyor. " dedi.
Oktay, mucize yaratmadığını yaptıklarının yeni gelişmeler sağlamak olduğunu söyledi. Doğmadığı ülkede emekli olmak istemediğini vurgulayan Oktay, gençliğe sorgulamayı öğretmenin önemine dikkat çekiyor.
Oktay, " Gençlerimize öncelikle sorgulayın diyorum. İyi bir bilim adamı iyi bir vatandaş olmanın en önemli özelliği sorgulamaktır. Çabuk pes etmeyin, bu ülkenin sorunları var gibi görünse de çok güzel yönleri de var. Gençler ülkelerinin değerini bilsinler.Zorlukları da güzellikleri ile birlikte değerlendirsinler en önemlisi ideallerini ve dürüstlüklerini kaybetmesinler ." Diye konuştu.
Meryem Kaya
14.Haziran.2005
Çocuk Felci

Çocuk felci hastalığına sadece Nijerya, Hindistan, Pakistan, Nijer, Afganistan ve Mısır'da sıkça rastlanıyor.10 yıl aradan sonra ülkede 16 çocukta çocuk felci hastalığının görülmesi üzerine Endonezya'da, çocuk felci hastalığına karşı aşı kampanyası başlatıldı.
Başkent Cakarta'nın yanı sıra Batı Cava ve Banten bölgelerinde başlatılan zorunlu aşı kampanyasında 5 yaş altındaki 6 milyonu aşkın çocuğun aşılanması hedefleniyor.
Endonezyalı sağlık yetkililerine göre, çocuk felci virüsü yurt dışında çalışan bir işçi ya da hacı olmak için Suudi Arabistan'ı ziyaret eden bir kişi aracılığıyla ülkeye taşınmış olabilir.
Deniz Kızı Sendromu

Halk arasında deniz kızı sendromu olarak bilinen bu hastalığa 70 bin bebekte bir rastlanıyor. Dünyada deniz kızı sendromuyla doğan ve hayatta kalmayı başaran 3 kişi var.
Peru'da Deniz Kızı Sendromu nedeniyle bacakları yapışık doğan resimdeki küçük kız bir seri ameliyata hazırlanıyor. Küçük kızın 15 yıl boyunca iç organları yeniden yapılandırılacak. Yapışık bacaklarıyla deniz kızını çağrıştıran 1 yaşındaki bebek, önümüzdeki günlerde ameliyat olacak. Türkçe'de "mucize" anlamına gelen Milagros ismindeki küçük kız şimdi geçireceği 3 ameliyata hazırlanıyor. Milagros'a üç aydır deriyi gerginleştirmek için silikon içinde tuzlu bir solüsyon enjekte ediliyor. 15 yıl boyunca minik kızın iç organlarının yeniden yapılandırılması gerekiyor.
Kalp krizi riskini azaltan üzüm, bozulan cilde de iyi geliyor

Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeki Kara, " 1 kilogram üzüm, içerdiği besin değerleri açısından, 1.150 litre süt, 390 gram et ya da 1.2 kilogram patatese eşdeğerdir. Kanser oluşumunu önleyen, kalp krizi riskini azaltan üzüm, cildin güçlenmesini sağlıyor.Kara, kalori değeri yüksek olan üzümün, kalsiyum, potasyum, sodyum ve demir yönünden zengin olduğu gibi, A, B1, B2, ve C vitaminleri açısından da önemli bir besin kaynağıdır. Bazı karaciğer hastalıkları ile kansızlığın tedavisinde etkili olan üzümün, yüksek tansiyonu kontrol altında tutmaktadır.İçerdiği meyve asitleri ve lifli yapısı ile mideye zarar vermeden, böbrek ve barsak sisteminin çalışmasını düzenler. Kanın temizlenmesine yardımcı olan bu şifa kaynağı meyve, doğum kontrol hapının yan etkilerini azaltır ." dedi.
Yüksek kalori içeriğine karşın, çok düşük miktarlarda yağ ve protein içerdiği için ideal bir diyet besini olan üzümün yağların erimesine yardımcı olduğunu anlatan Kara, şunları söyledi: " Bir salkım üzüm, beyin hücrelerini zinde tutar. Üzümün, özellikle de renkli üzümlerin kabuğunda bulunan resveratrol isimli madde, hücre yenileyicidir. Bu madde tümör oluşumuna izin verebilecek hücre içi molekülleri etkileyerek kanser oluşumunu engeller. Kanser oluşumunu önleyen, kalp krizi riskini azaltan üzüm, güneş ışınları, stres ve sigara nedeniyle bozulan cildin güçlenmesini sağlıyor. Üzüm, ciltteki yaşlılık lekelerini ve kahverengi lekeleri de azaltır. Vücudu virüslere karşı dirençli hale getiren, alerji ve kireçlenmelerde iltihabı önleyen üzüm, kozmetikte yaygın olarak kullanılmaktadır. Üzümün hücreleri koruyan zengin maddeler içerdiğini keşfeden kozmetik dünyası, içinde üzüm özü bulunan yüz ve vücut kremleri, dudak koruyucuları ile hem cildimizi koruyan hem de güzelliğimizi besleyen ürünler üretiyor. Üzümde ve üzüm çekirdeği yağında bulunan cildi kuvvetlendiren güçlü nem tutucular, cildi besliyor.Amino asitler, B vitaminleri, mineraller, potasyum, magnezyum ve demir içerdiği için bağışıklık sistemini kuvvetlendiren üzümün, içerdiği doğal fruktoz sayesinde vücudun harcadığı enerjinin kısa sürede depolanmasına yardımcı olmaktadır. İçeriğindeki magnezyumun, vücuttaki asit-baz dengesini sağlaması nedeniyle iş verimliliğini de artırmaktadır.' dedi.
Klima Kullanırken Nelere Dikkat Etmeli

Doğru kullanılmayan klimalar kas ağrısından, enfeksiyona kadar pek çok rahatsızlığa yol açabilir Sıcak yaz günlerinde, bir nebze olsun rahatlatan klimaların yararlı etkilerinin yanında zararları da var. Gribal ve viral enfeksiyonlar, kas ağrıları, kas tutulması ve zatürree klimaların zararları arasında sayılabilir.
İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Mehmet Karaaslan, klimanın sebep olduğu rahatsızlıkları önleme yollarını açıklıyor ' Hava yavaş yavaş soğutulmalı. Klimaların, ortamı belirli zaman aralıklarında yavaş yavaş soğutmak için kullanılması gerekiyor. Örneğin, dışarıda sıcaklık 40 derece ise sıcaklığın aralıklarla 5'er derece düşürülmesinde fayda var. " diyor.
Klimaların sebep olduğu legionella mikrobu da doğada, su kaynakları içerisinde ve nemli ortamlarda bulunuyor. Doğadan binaların su sistemleri içerisine yerleşen mikrop, uygun ortamda hızla çoğalıyor ve su zerrecikleriyle insanların akciğerlerine yerleşerek zatürreeye neden oluyor.